11 Şubat’ta başlayan Orta Doğu ziyareti kapsamında Türkiye’ye giden Tillerson ilk görüşmesini dün akşam Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile gerçekleştirdi.
Yaklaşık 3 saat süren görüşmeye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da katıldı.
Görüşme sonrasında resmi bir açıklama yapılmazken, Reuters haber ajansı Cumhurbaşkanlığı kaynaklarının “Türkiye’nin görüşleri ve beklentileri açık bir şekilde iletildi” dediğini aktardı.
Görüşmelerin merkezinde Suriye’de ABD’nin desteklediği ancak Türkiye tarafından ‘terör örgütü’ olarak kabul edilen Kürt silahlı gücü YPG’nin durumu bulunuyor.
Ziyaretin ana gündem maddelerinden birisi de Türkiye’nin 20 Ocak’ta Afrin’e yönelik başlattığı Zeytin Dalı Harekâtı ve bununla bağlantılı gelişmelerin ikili ilişkiler üzerindeki etkisi.
Türkiye’nin harekâtı Amerikan askerlerinin de konuşlu olduğu doğudaki Menbic bölgesine genişleteceği yönündeki açıklamaları ilişkilerin gerilme nedenlerinden biri.
ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamadaysa, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Dışişleri Bakanı Tillerson’un verimli ve açık bir görüşme gerçekleştirdiğini aktardı.
ABD’nin Washington Post gazetesi, Tillerson’un Erdoğan ile görüşmesinden sonra oteline girerken gazetecilerin ‘Görüşme nasıl geçti?’ soruları üzerine ‘Bu gece değil. Hâlâ çalışmaya devam ediyoruz.’ dediğini aktardı.
‘YPG’ye hiç ağır silah vermedik’
Tillerson, Türkiye ziyareti öncesinde yaptığı açıklamalarda Suriye’deki Kürt silahlı gücü YPG’ye Washington’dan herhangi bir ağır silah desteği verilmediğini söyledi.
Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta düzenlenen bir basın toplantısında konuşan Tillerson, “Geri alınacak bir şey yok” dedi.
Türkiye, ABD’nin IŞİD’le mücadele için YPG’ye verdiği silahları geri alması gerektiğini söylüyor.
Türkiye’nin 2017’de Suriye’denin kuzeydoğusundaki YPG hedeflerine saldırısı sonrasında ABD askerleri bölgede böyle poz vermişti
Rakka operasyonu öncesi silah yardımı hızlanmıştı
2017’nin yaz aylarında ana omurgasını YPG’nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG), ABD’nin desteğiyle IŞİD’in Suriye’deki en önemli merkezi olan Rakka’ya yönelik bir operasyon başlatmıştı.
Operasyon öncesinde ABD Başkanı Donald Trump’ın SDG’ye silah yartdımı konusuna onay verdiği açıklanmış, SDG’ye ve SDG bünyesinde bulunan YPG güçlerine verilen silahlar arasında ağır makinalı tüfekler, zırhlı araçlar ve buldozerler yer aldığı aktarılmıştı.
ABD’den yapılan açıklamalarda, verilen tüm silahların seri numaralarının kayıt altında tutulduğu da ifade edilmişti.
Bugüne kadar adlarını gizli tutarak basına konuşan ABD’li yetkililerin açıklamalarına göre YPG’ye verilen silahlar içinde makineli tüfekler ve zırhlı araçların yanı sıra mühendislik ekipmanları, havan topları, omuzdan ateşlemeli silahlar ve bunlara ait mühimmatlar da bulunuyor.
Türkiye ise bu kararı sert bir dille eleştirmiş ve bu “destek politikasının dostluk ve müttefiklikle bağdaşmayacağını” söylemişti. Türkiye, PKK’nın uzantısı olarak gördüğü YPG’yi ‘terör örgütü’ olarak nitelendiriyor.
ABD ise her ne kadar PKK’yı ‘terör örgütü’ olarak kabul etse de, YPG’nin PKK’dan farklı bir oluşum olduğunu savunuyor.
BBC TÜRKÇE
Akıllı telefonlar üzerinden araç çağırma şirketi Uber‘den İstanbul’daki taksicilerin saldırılara ilişkin olarak açıklama geldi. Şirketin global merkezinden yapılan açıklamada, “Önceliğimiz bu zor zamanlarda, Uber sürücü ortaklarımızın yanında durmak, onlara gereken hukuki yardımı sağlayıp destek olmaktır” dendi.
Hürriyet’ten Ahmet Can’a yapılan açıklamada “Türkiye’deki operasyonlarımıza, sorumlu bir iş ortağı olarak, sonuna kadar bağlıyız. En çok önem verdiğimiz konuların başında, yerel paydaşlarla beraber çalışarak, birlikte daha akıllı ve çevre dostu şehirler yaratmak geliyor. Buna taksiciler de dahil olduğu için taksi ürünümüz mevcut” dendi.
SAYI 2 BİNİ AŞTI
Ayrıca şirketten yapılan açıklamada Uber’in bulunduğu tüm ülkelerde yerel regülasyonlara uygun olarak faaliyet gösterildiği ve her ülkenin vergi düzenlemelerine uyulduğu vurgulandı.
2014 yılında Türkiye’ye açılan Uber, şu anda iki farklı araç tipiyle hizmet veriyor. Bunlardan biri Mercedes Vito gibi lüks hafif ticari araçlar. Diğeri de taksi platformu. Şirketten paylaşılan bilgilere göre taksi platformunda hizmet veren taksilerinin sayısı 2 bini aştı.
AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Suriye’de yaşanan çatışmalarla ilgili olarak NATO‘ya tepki gösterdi. “Yeri geldi Afganistan’da olduk Somali’de olduk şu anda Suriye’de bu olaylar yaşanırken, ey NATO sen ne zaman olacak da gelip bizim yanımızda yer alacaksın?” diyen Erdoğan, IMF‘ye de “Türkiye’yi yönetecek birisi varsa o da benim; sen sadece paranı al” diye seslendi.
Bolu’da partisinin 6. olağan il kongresinde konuşan Erdoğan’ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
“Suriye ve Irak sınırlarımız boyunca terör koridoru oluşturmak isteyenler yüzlerindeki maskeleri indirip niyetlerini ifşa ettiler. Kimsenin ummadığı operasyonları başlattık. Müttefikimiz dediğimiz güçlere bakışı sahadaki eylemlere göre yeniden belirledik. NATO’nun üyesiyiz. Yeri geldi Afganistan’da olduk Somali’de olduk şu anda Suriye’de bu olaylar yaşanırken, ey NATO sen ne zaman olacak da gelip bizim yanımızda yer alacaksın? 911 kilometre burada bizim sınırımız var, sürekli terör örgütleri bizi taciz ediyor, Suriye rejimi aynı şekilde bu yollara başvuruyor. Peki sen ne zaman ortaya çıkacaksın, devamlı ben bunları mı söyleyeceğim? Şu ana kadar hala olumlu bir ses söz yok.
“Biz iktidara geldiğimizde de attığımız her adımda bize olmaz dediler, yapamazsınız dediler, başaramazsınız dediler. Daha ileri gidip ‘haddinizi aşmayın ha’ dediler. IMF’nin bize dediği laf ‘olmaz’. Ne olmaz? Sen paranı alıyor musun, alıyorsun. Bizden sonra borç istedi. Arkadaşlar “Verelim mi?” dedi, “Verin” dedim. Bugün borç alan yarın emir alır.
(IMF’ye) Türkiye’yi yönetecek birisi varsa o da benim. Sen sadece paranı al.”
2015’te Uluslararası Diyabet Federasyonu tarafından verilen diyabet alanında ‘Yılın Bilim Adamı’ ödülünü alan Yılmaz, “Şeker fabrikalarının özelleştirilmesine de pancar üretiminin sınırlandırılmasına da karşıyım. Üretim ağırlığının nişasta bazlı şekerlere kaydırılmasını doğru bulmuyorum” ifadesini kullandı.
Temel Yılmaz’ın Habertürk’ten Kübra Par’ın sorularına verdiği yanıtların ilgili bölümü şöyle:
– Canan Karatay, son günlerde depresyon ilaçlarıyla ilgili açıklamasıyla gündemde. İstanbul Tabip Odası’nın Karatay’a para cezası kesmesine ne diyorsunuz?
Canan Hoca’nın açıklamalarını artık biraz üzüntüyle izliyorum. Depresyonu sadece bağırsaklara ve faydalı-zararlı bakterilere bağlamak, sorunu turşu yiyerek çözmek gibi önerleri de tartışmak istemiyorum! Sorun bu tür talkshow türü yorumlardan çok daha ciddi. Sadece bizim toplum değil, dünyadaki tüm toplumların sorunu. Hekimler arasındaki bu tür tartışmaların yeri medya değil, olmamalı. Bir hipoteziniz varsa, bununla ilgili olarak bir araştırma yaparsınız. Oturup araştırmayı kaleme alırsınız, sonra bu çalışmayı hakemli dergilerden birisine gönderirsiniz. O arada da bir bilimsel kongrede sunmak istersiniz. Oradaki sunumda konunun uzmanları sizi dinler, onayladıkları noktalarda onaylar, akıllarına yatmayan noktalarda da sorularını sorar. Ondan sonra o düzeltmelerini yapar. Yayın, hakemli bir dergide çıkar. Bu artık uluslararası standartlarda yapılmış bir araştırmadır ve herkes bunu uygular.
– Karatay’a temel eleştiriniz, araştırma bulgularını önünüze koymadan konuşması mı?
Evet, somut kanıtlar olmadan konuşmamalı.
– Siz Karatay’ın şeker yükleme testine karşı çıkmasını da eleştiriyorsunuz değil mi?
“Şeker yükleme testini yaptıranların çocukları şeker hastası olur, kalbi delik olur” diyorsanız, bunu kanıtlamanız lazım. Tıpta gelişigüzel konuşma hakkınız yok. İnsan hayatıyla ilişkili olarak karar veren ve daha sonra hesap sorulmayan mesleklerden biri hâkimlik, diğeri de hekimlik. Bir hasta, gelip sizi bir otorite olarak aldığı zaman, ağzınızdan çıkacak her kelimeyi izler. Söylediğiniz bir kelimeye takılır, sabaha kadar uyumaz. Canan Hoca’nın, glikoz tolerans testi yapılmış annelerin çocuklarının verilen glikoza bağlı olarak diyabet olduğuna dair kendi klinik araştırmasını ya da literatüre ilişkin araştırmasını bekliyorum. Baktım ama bulamadım.
– Ama Karatay depresyon ilaçlarının aşırı yaygınlaşmasını eleştirmekte haklı değil mi?
Depresyon ilaç tüketiminin aşırı olduğuna katılıyorum. Bunun temel nedeni, gelişen teknolojinin insanlara getirdiği yeni hayat modeli. İnsanlar artık çok daha uzun saatler çalışıyor, daha uzun süre kapalı ortamlarda kalıyor, daha hareketsiz ve daha stresli. Mesaj-mail trafiği de düşük yoğunluklu stresi tüm güne yaydı. İnsanlar artık sürekli çalışan, sürekli izlenen ve sürekli uyarı ve emirlerle sürekli yönetilen modern köleler haline geldi ve tüm toplumlarda depresyon patladı. İlaç kullanımı da arttı. Ancak bu durum tek başına bu kadar aşırı ilaç kullanımını izah etmez. Sorunu psikoterapik rehabilitasyonlarla çözümlenebilecek birçok insan hemen ilaca yönlendiriliyor. Aşırı miktarda gereksiz, indikasyonsuz ilaç tüketimi var. Bu ilaçlar duyguları etkileyen ilaçlar, stres ve üzüntüleri azaltırken sevinç ve mutlulukları da buduyor. Çalışma koşullarının biraz daha düzeltilmesi, işyerlerinde çalışana psikolojik danışmanlık sağlanması gibi önlemler, sorunların çözümünde çok önemli rol oynayabilir.