Connect with us

Öne Çıkanlar

AGİT: ‘Cumhuriyetçi’lerin hapiste olmaları kabul edilemez

Published

on

Gazeteciler Şahin Alpay ve Mehmet Altan ile ilgili Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararın uygulanmamasını eleştiren Désir, AİHM’in 20 Mart’ta vereceği kararı uygulamanın Türkiye’nin taahhütleri arasında yer aldığını anımsattı. Désir, gazeteci Deniz Yücel’in Almanya ile yapılan görüşmelerin ardından serbest bırakıldığına işaret etti.

Cumhuri,yet’ten Duygu Güvenç’in haberine göre Désir, internet yayıncılığına yönelik torba yasada öngörülen düzenlemeleri de “büyük endişe kaynağı” diyerek eleştirdi. Harlem Désir’in kritik duruşma öncesinde verdiği mesajlar şöyle:

AİHM kararına uyulmalı”

AİHM kararları anayasasına ve 19’ncu maddeye göre bağlayıcıdır. Elbettte kararın ifade özgürlüğünü ve medya özgürlüğünü koruyacak yönde olmasını bekliyorum ama karar ne olursa olsun, dilerim ki Türkiye bu karara AK üyesi olarak ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne bağlı bir ülke olarak uyacak. AK üyesi olarak Türkiye’nin taahhütleri Anayasası’nın çok önemli bir maddesidir ve temel özgürlükler söz konusu olduğunda, bağlayıcıdır.

Alarm veren gelişme

Mahkemelerin, bağlayıcı olan ve daha yüksek mahkeme tarafından verilen kararları uygulamayı reddetmesi Türkiye’de son aylarda gördüğümüz alarm veren gelişmelerden. Ben de bu nedenle Alpay ve Altan ile ilgili AYM kararına uyulmamasına dikkat çektim. Bu AYM kararı çok önemliydi çünkü bireysel özgürlüklerin korunmasına ve 2 gazeteciyi hapiste tutmaya gerek olmadığına; hapis cezasının özgürlükler dikkate alındığında orantısız olduğuna dayanıyordu. Bence, bu Türk Anayasası’nda, ifade ve basın özgürlüğünün korunması konusunda çok açık hüküm olduğunu gösteriyor. Ve elbette, bireylerin özgürlüklerinin korunması söz konusu olduğunda, hukukun üstünlüğüne saygı çerçevesinde, mahkemelerin daha yüksek mahkemelerin kararlarına saygı göstermesi çok önemli. AYM kararında yanıt alma – dım : Türkiye’deki gazetecilerin durumunu, hükümet adına, düzenli olarak Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun dikkatine getiriyorum; kimi zaman Deniz Yücel’in durumu ile ilgili kimi zaman insani durumla ilgili. Her zaman yanıt gelmiyor. Bizim Viyana’daki Türkiye Daimi Temsilcisiyle kesintisiz bir diyaloğumuz olmasına karşın AYM’nin kararına uyulmamasıyla ilgili bir yanıt almadım. AGİT’e taraf ülkelerin bana medya özgürlüğü temsilcisi olarak, Türkiye’yi, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğünde taahhütlerini uygulamada problem olduğunda uyarmak için verdiği görev çerçevesinde hareket ediyoruz; durumu iyileştirmek için çözüm üretmek ve yardımcı olmaya hazır olduğumuzu belirtiyoruz.

Gazetecileri dışarda ziyaret etmek isterim”

Türk makamlarıyla Türkiye’ye bir ziyaret yapmayı konuşuyorum ve bu ziyaret eğer onların haklarını korumaya ve durumlarını düzeltmeye yararlı olacaksa hapistekileri gazetecileri de kapsayabilir. Hapistekilerden çok dışardaki gazetecileri ziyaret etmek isterim. Türkiye’deki durumla ilgili müdahalemin ve Türk yetkililerle diyaloğumun amacı gazetecilerin serbest olmasını sağlamak, zira bugünlerde 150’den fazla gazeteci hapiste terörizmle ve darbe girişimine katılmakla suçlanıyor. Ama aslında onlar işlerini yaptıkları için hapiste. Bazıları son aylarda bırakıldı ancak Cumhuriyet gibi hâlâ davaları devam ediyor ama başkaları da var. Benim Türk yetkililere çağrım, durumu değiştirmeleri ve gazetecilerin hapisten çıkmasını sağlayacak kararın alınmasını sağlamaları. Deniz Yücel gibi bazı gazetecilerin serbest bırakılmasını memnuniyetle karşılıyorum ama o bir yıllık hapishane sürecinin 10 ayını tecritte geçirdi ve sonuçta Almanya ile yapılan görüşmelerin ardından bırakıldı ki bu da suçlamaların zorlama olduğunu, onu hapiste tutacak gerçek bir nedenin olmadığını gösteriyor. Bence gazeteciler diplomatik ilişkilerin dışında tutulmalı; ne güvenlik nedeniyle kınanmalı ne de güvenlik tehdidiyle. Terör üzerine yazmak ya da siyasi konularda görüşlerini dile getirmek, gazetecileri, haberlerdeki durumla ilgili suçlamak için sebep olamaz ve işte bu nedenle de Türkiye’de basın özgürlüğünün geleceğini test etmek için Cumhuriyet duruşması bizim için çok önemli.

Herkes Cumhuriyet’in güçlü ve bağımsız olduğunu biliyor”

Benim için Cumhuriyet ile konuşma fırsatı bulmak çok önemli. Cumhuriyet’in rolü, Türkiye’nin demokrasi ve medya hayatı için çok önemli. Benim bürom, cuma günü yapılacak duruşmayı tabii ki yakından takip edecek; tıpkı öncekileri de saat be saat takip ettiğimiz gibi. Tutukluluğun korkunç etkilerini Cumhuriyet’ten ve bununla karşı karşıya kalan çalışanlarından daha iyi bilebilecek bir medya organı yok. Cumhuriyet davası, benim bu göreve geldiğim hafta başladı ve odağımda yer aldı. Bu vesiyleyle bir kez daha vurgulamama izin verin gazeteci Ahmet Şık, Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu and İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay’ın hâlâ hapiste olması kabul edilemez. Sadece işlerini yaptıkları için 17 sanığın, 7 yıldan 42 yıla kadar hapis cezasıyla, yasadışı bir örgüte üye olmaksızın, yardımla yargılanması kabul edilemez. Türkiye’nin demokrasi tarihinde, herkes Cumhuriyet’in güçlü, bağımsız bir gazete olduğunu biliyor ve bu nedenle davayı dikkatle izleyeceğiz.

“Vatandaşlar özgürlükle korunur”

Öncelikle Afrin operasyonu nedeniyle, askeri operasyona karşı görüşlerini dile getirdikleri için, yüzlerce kişinin saatlerce ya da günlerce gözaltına alınmasından çok endişeliyiz. Bizim vatandaşları özgürlükleriyle birlikte koruyan toplumlar inşa etmemiz gerek. Demokratik bir devleti kurmak tam da budur.

OHAL’i normal göremeyiz

Bence insan haklarıyla ilgili temel özgürlükleri kısıtlayarak OHAL ilan etmek her zaman risklidir çünkü siz onu istisnai bir durum olarak sunarsınız ama kimse OHAL’in ne zaman sona ereceğini bilmez. Güvenlik endişeleri yüksek düzeyde çok uzun süre devam edebilir ki bu da istisnai olarak sunulan durumun normale dönmesine neden olabilir. Ama biz binlerce kişinin tutuklu olduğu, ki yüzden fazlasının gazeteci olduğu bir durumu normal olarak göremeyiz. İşte bu nedenle bence, güvenlik tehdidi ve OHAL söz konusu olduğunda, güvenlik ile özgürlükler arasında doğru bir denge sağlanmalı; temel özgürlüklere yönelik bir adım olmamalı. İfade özgürlüğü, serbest tartışma ortamı, medyada çoğulculuk, terörizm gibi güvenlik saldırılarına uğrayan bir toplumun direncini (esnekliğini) artırır. Bence, OHAL’e karşı çıkmak için bu kavramı tartışmalıyız. Darbe girişiminden ya da sınırdaki çatışmalardan sonra, devletin bazı güvenlik önlemleri almasını anlayabiliriz ama bunlar sadece güvenlik durumuyla ilgili olmalı; kamusal tartışma alanını, ifade özgürlüğünü, basında çoğulculuğu kısıtlamanın gerekçesi olamaz aksine alınacak önlemler vatandaşların özgürlüklerini korumak için olmalı.

Gündem

Saldırılar sonrası Uber’den ilk açıklama

Published

on

By

Akıllı telefonlar üzerinden araç çağırma şirketi Uber‘den İstanbul’daki taksicilerin saldırılara ilişkin olarak açıklama geldi. Şirketin global merkezinden yapılan açıklamada, “Önceliğimiz bu zor zamanlarda, Uber sürücü ortaklarımızın yanında durmak, onlara gereken hukuki yardımı sağlayıp destek olmaktır” dendi.

Hürriyet’ten Ahmet Can’a yapılan açıklamada “Türkiye’deki operasyonlarımıza, sorumlu bir iş ortağı olarak, sonuna kadar bağlıyız. En çok önem verdiğimiz konuların başında, yerel paydaşlarla beraber çalışarak, birlikte daha akıllı ve çevre dostu şehirler yaratmak geliyor. Buna taksiciler de dahil olduğu için taksi ürünümüz mevcut” dendi.

SAYI 2 BİNİ AŞTI

Ayrıca şirketten yapılan açıklamada Uber’in bulunduğu tüm ülkelerde yerel regülasyonlara uygun olarak faaliyet gösterildiği ve her ülkenin vergi düzenlemelerine uyulduğu vurgulandı.

2014 yılında Türkiye’ye açılan Uber, şu anda iki farklı araç tipiyle hizmet veriyor. Bunlardan biri Mercedes Vito gibi lüks hafif ticari araçlar. Diğeri de taksi platformu. Şirketten paylaşılan bilgilere göre taksi platformunda hizmet veren taksilerinin sayısı 2 bini aştı.

Continue Reading

Öne Çıkanlar

Erdoğan’dan IMF’ye: Türkiye’yi yönetecek birisi varsa o da benim; sen sadece paranı al!

Published

on

By

AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Suriye’de yaşanan çatışmalarla ilgili olarak NATO‘ya tepki gösterdi. “Yeri geldi Afganistan’da olduk Somali’de olduk şu anda Suriye’de bu olaylar yaşanırken, ey NATO sen ne zaman olacak da gelip bizim yanımızda yer alacaksın?” diyen Erdoğan, IMF‘ye de “Türkiye’yi yönetecek birisi varsa o da benim; sen sadece paranı al” diye seslendi.

Bolu’da partisinin 6. olağan il kongresinde konuşan Erdoğan’ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

“Suriye ve Irak sınırlarımız boyunca terör koridoru oluşturmak isteyenler yüzlerindeki maskeleri indirip niyetlerini ifşa ettiler. Kimsenin ummadığı operasyonları başlattık. Müttefikimiz dediğimiz güçlere bakışı sahadaki eylemlere göre yeniden belirledik. NATO’nun üyesiyiz. Yeri geldi Afganistan’da olduk Somali’de olduk şu anda Suriye’de bu olaylar yaşanırken, ey NATO sen ne zaman olacak da gelip bizim yanımızda yer alacaksın? 911 kilometre burada bizim sınırımız var, sürekli terör örgütleri bizi taciz ediyor, Suriye rejimi aynı şekilde bu yollara başvuruyor. Peki sen ne zaman ortaya çıkacaksın, devamlı ben bunları mı söyleyeceğim? Şu ana kadar hala olumlu bir ses söz yok.

“Biz iktidara geldiğimizde de attığımız her adımda bize olmaz dediler, yapamazsınız dediler, başaramazsınız dediler. Daha ileri gidip ‘haddinizi aşmayın ha’ dediler. IMF’nin bize dediği laf ‘olmaz’. Ne olmaz? Sen paranı alıyor musun, alıyorsun. Bizden sonra borç istedi. Arkadaşlar “Verelim mi?” dedi, “Verin” dedim. Bugün borç alan yarın emir alır.

(IMF’ye) Türkiye’yi yönetecek birisi varsa o da benim. Sen sadece paranı al.”

Continue Reading

Öne Çıkanlar

“Canan Karatay’ı görünce üzülüyorum, depresyonu turşuyla çözmek gibi önerileri tartışmak istemiyorum”

Published

on

By

2015’te Uluslararası Diyabet Federasyonu tarafından verilen diyabet alanında ‘Yılın Bilim Adamı’ ödülünü alan Yılmaz, “Şeker fabrikalarının özelleştirilmesine de pancar üretiminin sınırlandırılmasına da karşıyım. Üretim ağırlığının nişasta bazlı şekerlere kaydırılmasını doğru bulmuyorum” ifadesini kullandı.

Temel Yılmaz’ın Habertürk’ten Kübra Par’ın sorularına verdiği yanıtların ilgili bölümü şöyle:

– Canan Karatay, son günlerde depresyon ilaçlarıyla ilgili açıklamasıyla gündemde. İstanbul Tabip Odası’nın Karatay’a para cezası kesmesine ne diyorsunuz?

Canan Hoca’nın açıklamalarını artık biraz üzüntüyle izliyorum. Depresyonu sadece bağırsaklara ve faydalı-zararlı bakterilere bağlamak, sorunu turşu yiyerek çözmek gibi önerleri de tartışmak istemiyorum! Sorun bu tür talkshow türü yorumlardan çok daha ciddi. Sadece bizim toplum değil, dünyadaki tüm toplumların sorunu. Hekimler arasındaki bu tür tartışmaların yeri medya değil, olmamalı. Bir hipoteziniz varsa, bununla ilgili olarak bir araştırma yaparsınız. Oturup araştırmayı kaleme alırsınız, sonra bu çalışmayı hakemli dergilerden birisine gönderirsiniz. O arada da bir bilimsel kongrede sunmak istersiniz. Oradaki sunumda konunun uzmanları sizi dinler, onayladıkları noktalarda onaylar, akıllarına yatmayan noktalarda da sorularını sorar. Ondan sonra o düzeltmelerini yapar. Yayın, hakemli bir dergide çıkar. Bu artık uluslararası standartlarda yapılmış bir araştırmadır ve herkes bunu uygular.

– Karatay’a temel eleştiriniz, araştırma bulgularını önünüze koymadan konuşması mı?

Evet, somut kanıtlar olmadan konuşmamalı.

– Siz Karatay’ın şeker yükleme testine karşı çıkmasını da eleştiriyorsunuz değil mi?

“Şeker yükleme testini yaptıranların çocukları şeker hastası olur, kalbi delik olur” diyorsanız, bunu kanıtlamanız lazım. Tıpta gelişigüzel konuşma hakkınız yok. İnsan hayatıyla ilişkili olarak karar veren ve daha sonra hesap sorulmayan mesleklerden biri hâkimlik, diğeri de hekimlik. Bir hasta, gelip sizi bir otorite olarak aldığı zaman, ağzınızdan çıkacak her kelimeyi izler. Söylediğiniz bir kelimeye takılır, sabaha kadar uyumaz. Canan Hoca’nın, glikoz tolerans testi yapılmış annelerin çocuklarının verilen glikoza bağlı olarak diyabet olduğuna dair kendi klinik araştırmasını ya da literatüre ilişkin araştırmasını bekliyorum. Baktım ama bulamadım.

– Ama Karatay depresyon ilaçlarının aşırı yaygınlaşmasını eleştirmekte haklı değil mi?

Depresyon ilaç tüketiminin aşırı olduğuna katılıyorum. Bunun temel nedeni, gelişen teknolojinin insanlara getirdiği yeni hayat modeli. İnsanlar artık çok daha uzun saatler çalışıyor, daha uzun süre kapalı ortamlarda kalıyor, daha hareketsiz ve daha stresli. Mesaj-mail trafiği de düşük yoğunluklu stresi tüm güne yaydı. İnsanlar artık sürekli çalışan, sürekli izlenen ve sürekli uyarı ve emirlerle sürekli yönetilen modern köleler haline geldi ve tüm toplumlarda depresyon patladı. İlaç kullanımı da arttı. Ancak bu durum tek başına bu kadar aşırı ilaç kullanımını izah etmez. Sorunu psikoterapik rehabilitasyonlarla çözümlenebilecek birçok insan hemen ilaca yönlendiriliyor. Aşırı miktarda gereksiz, indikasyonsuz ilaç tüketimi var. Bu ilaçlar duyguları etkileyen ilaçlar, stres ve üzüntüleri azaltırken sevinç ve mutlulukları da buduyor. Çalışma koşullarının biraz daha düzeltilmesi, işyerlerinde çalışana psikolojik danışmanlık sağlanması gibi önlemler, sorunların çözümünde çok önemli rol oynayabilir.

Continue Reading

Çok Okunanlar