Connect with us

Öne Çıkanlar

Ankara Barosu Başkanı’ndan KHK tepkisi: Yaşananların müsebbibi AYM

Published

on

Hukukçular, 696 sayılı KHK’nın 121’inci maddesindeki, “Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın, 15 Temmuz darbe girişimi ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişilerin hiçbir hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğunun olmayacağı” ifadesinin yol açabileceği tehlikelere karşı uyarıda bulunuyor.

DW Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Ankara Barosu Başkanı Avukat Hakan Canduran, sivillere “gelecekteki suç eylemleri” için yargı muafiyeti getiren 121’inci maddenin Anayasa’ya aykırı olduğunu ve “halkın birbirinin boğazına sarılacak ortamı yarattığını” savundu.

Canduran, tüm yaşananların müsebbibi olarak Anayasa Mahkemesi’nin, Anayasa’nın 148’inci maddesine yönelik aldığı kararı işaret ederek, 695 ve 696 sayılı KHK’ların hukuk devletinin tabutuna “son iki çiviyi çaktığını” söyledi.

Av. Hakan Canduran konuya ilişkin şu ifadeleri kullandı:

“Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve Ceza Kanunu ileriye dönük olarak bir af konusuna uygun değildir. Türkiye’de ve dünyada gelecekte olacak olaylar af kapsamında sayılamaz. Belirtilen terör olayı nedir? Kime göre terör olayıdır, kime göre değildir? Örneğin Gezi Olayları hükümete göre terör olayıdır, mahkemeye göre, bana göre değildir. Mahkemelerdeki tartışmaya, farklı fikirlere rağmen paramiliter bir kesim yaratarak diyorsunuz ki, böyle bir olay gördüğünde müdahale edersen ve orada birini yaralarsan ya da öldürürsen ne hukuken ne de cezaen bir sorumluluğun olmaz. Saldıran kişi diyecek ki, kanun böyle söylüyor. Bu ülkenin bir ordusu, polis kolluk teşkilatı, jandarması var. Suçla mücadele için oluşturulmuş bir kanun gücü var. Siz bunun dışında yarı askeri bir ekip oluşturuyorsunuz. Bu tamamen halkın birbirinin boğazına sarılması ortamını yaratmaya dönük görünüyor. Bakın kaos nasıl art arda geliyor, nasıl iç savaş olma olasılığı artıyor.”

Canduran’ın DW Türkçe’den Gezal Acer’in sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Mahir Ünalsöz konusu muafiyetin sadece 15 Temmuz gecesi ve 16 Temmuz sabahını kapsadığını açıkladı. Ancak 121’inci maddede 15 Temmuz dışında bir tarih yok ve “devamındaki terör eylemleri” ifadesi kullanılıyor. Oluşan bu muğlaklık sizce nelere yol açar?

Asıl nokta burası. Bir KHK yazarak, Meclis’i bir kenara bırakıyorsunuz. Sıkıntı, hiç Meclis’te tartışılmadan bir kanun halinde getirilmesinde başlıyor. Bilinçli yazıldığını düşünüyorum. Hukuk kurul ve kurumlarından, barolardan, Türkiye Barolar Birliği’nden bu kadar tepki alacaklarını düşünmemişlerdi. Böyle bir yapı oluşturmaya çalışmışlardı. Şimdi fark ettiler, bırakın hükümet sözcüsünü Cumhurbaşkanı çıkıp söylese ne olur? Yasanın içindeki madde ne ise odur. Zaten sıkıntı bu. Terör olup olmadığını kim yorumlayacak?

Yorumlama dediniz…15 Temmuz gecesi ve ertesi gün darbe girişimine karşı koymak için binlerce kişi sokaklara döküldü, sosyal medya başta olmak üzere basına birçok farklı şiddet eylemi yansıdı. Tüm bunlar birbirinden nasıl ayrılacak?

İşte bunun ayrılmasının tek yolu mahkeme, bağımsız yargıdır. Adaletin tecellisini istiyorsanız, bu mahkemenin önüne konur, deliller değerlendirilir ve mahkeme kararıyla olur. Türk ulusu adına karar vermeye yetkili mahkemeler yoluyla olur. Siz bunu yazacaksınız ardından da biz bunu kastetmedik diyeceksiniz. Kastetmediyseniz hemen yarın KHK’yı değiştirmek durumundasınız.

KHK yürürlüğe girdiği andan itibaren geçerli. KHK hemen değiştirilebilir mi?

Türkiye Olağanüstü Hal (OHAL) rejimiyle yönetilen bir ülkedir, bunu kabul edelim. Siz TBMM’yi, olağanüstü hal görüntüsüyle çalışmaktan uzak tutarsanız, KHK bir gecede çıkabilir, bir saatte değiştirilebilir. Kanunda açık şekilde belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesi de (AYM) çok yakın bir zamanda Anayasa’nın 148. maddesini farklı yorumlayarak, KHK’lar denetlenemez diye bir karar verdi. Bütün bu yaşadıklarımızın müsebbibi budur. OHAL döneminde hükümet istediği kararnameyi istediği saatte çıkartabiliyor. İnsan hayatını, bir ülkenin geleceğini, kaderini etkileyecek kadar önemli kararlar yargı denetimi dışında alınabiliyor. AYM’nin burada rolü çok büyük. Bugün KHK yaparsınız, yarın olmadı deyip değiştirebiliyorsunuz. Bu kadar basit hale getirdiler.

Anayasa Mahkemesi’nin rolü büyük dediniz. CHP, Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvuracağını açıkladı. İçinde bulunulan hukuki süreçte, bunun bir karşılığı olabilecek mi?

AİHM, 60 bin kadar başvuru korkusuna Türkiye’de OHAL Komisyonu diye bir komisyon kurdurttu. Ve bu komisyon hala çalışmıyor, sadece görüntü. AİHM’nin burada çok samimi olmadığını düşünüyorum. Olsaydı, burada bir komisyon kurdurup, benim önüme 60 bin dava gelmesin demezdi.

AİHM başından bu yana başvurulara yönelik olarak öncelikle iç hukuk yollarının tüketilmesi gerektiğine vurgu yapıyor. İç hukuk yolları ne zaman tüketilmiş oluyor?

İç hukuk yolarının tüketilmesi demek, insanlar iç hukukta idari başvurusunu yapar, mahkeme başvurusunu yapar, yüksek mahkeme başvurusunu yapar ve artık hukuken davanın açılamayacağı noktaya geldiğinde, AİHM’ye başvurur. Ancak AİHM’nin, iç hukukun tamamen tüketilmesine gerek yoktur, acil ve dönülemez hallerde vatandaştan iç hukuk yollarının tüketilmesi beklenmeden AİHM’ye başvurması kabul edilir diye de kararları var. Ayrıca iç hukukta bütün yollar tüketildi, AİHM’ye başvuruldu ve AİHM sonradan bu OHAL Komisyonu konusunu çıkardı. Burası iç hukukun tüketildiği bir yer değildir, sonradan ihdas edilmiştir. O yüzden AİHM burada daha dikkatli davranmalı ve KHK’nın 121’inci maddesi Türkiye’nin Avrupa’ya entegrasyonuna zaten kesin ve net bir çizgiyle engelleyecek bir maddedir.

79 baro olarak Türkiye Barolar Birliği ile birlikte Çarşamba günü bir olağanüstü toplantı yaparak, 695 ve 696 sayılı KHK’lara ilişkin hukuka aykırı hükümlerini tartışıp, AİHM’ye ve AYM’ye başvurmak gibi tüm yolları düşüneceğiz. Çok net söylüyorum, 696 ve 695 sayılı KHK’lar Türkiye’de hukuk devletinin tabutuna çakılmış son iki çividir.

Gündem

Saldırılar sonrası Uber’den ilk açıklama

Published

on

By

Akıllı telefonlar üzerinden araç çağırma şirketi Uber‘den İstanbul’daki taksicilerin saldırılara ilişkin olarak açıklama geldi. Şirketin global merkezinden yapılan açıklamada, “Önceliğimiz bu zor zamanlarda, Uber sürücü ortaklarımızın yanında durmak, onlara gereken hukuki yardımı sağlayıp destek olmaktır” dendi.

Hürriyet’ten Ahmet Can’a yapılan açıklamada “Türkiye’deki operasyonlarımıza, sorumlu bir iş ortağı olarak, sonuna kadar bağlıyız. En çok önem verdiğimiz konuların başında, yerel paydaşlarla beraber çalışarak, birlikte daha akıllı ve çevre dostu şehirler yaratmak geliyor. Buna taksiciler de dahil olduğu için taksi ürünümüz mevcut” dendi.

SAYI 2 BİNİ AŞTI

Ayrıca şirketten yapılan açıklamada Uber’in bulunduğu tüm ülkelerde yerel regülasyonlara uygun olarak faaliyet gösterildiği ve her ülkenin vergi düzenlemelerine uyulduğu vurgulandı.

2014 yılında Türkiye’ye açılan Uber, şu anda iki farklı araç tipiyle hizmet veriyor. Bunlardan biri Mercedes Vito gibi lüks hafif ticari araçlar. Diğeri de taksi platformu. Şirketten paylaşılan bilgilere göre taksi platformunda hizmet veren taksilerinin sayısı 2 bini aştı.

Continue Reading

Öne Çıkanlar

Erdoğan’dan IMF’ye: Türkiye’yi yönetecek birisi varsa o da benim; sen sadece paranı al!

Published

on

By

AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Suriye’de yaşanan çatışmalarla ilgili olarak NATO‘ya tepki gösterdi. “Yeri geldi Afganistan’da olduk Somali’de olduk şu anda Suriye’de bu olaylar yaşanırken, ey NATO sen ne zaman olacak da gelip bizim yanımızda yer alacaksın?” diyen Erdoğan, IMF‘ye de “Türkiye’yi yönetecek birisi varsa o da benim; sen sadece paranı al” diye seslendi.

Bolu’da partisinin 6. olağan il kongresinde konuşan Erdoğan’ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

“Suriye ve Irak sınırlarımız boyunca terör koridoru oluşturmak isteyenler yüzlerindeki maskeleri indirip niyetlerini ifşa ettiler. Kimsenin ummadığı operasyonları başlattık. Müttefikimiz dediğimiz güçlere bakışı sahadaki eylemlere göre yeniden belirledik. NATO’nun üyesiyiz. Yeri geldi Afganistan’da olduk Somali’de olduk şu anda Suriye’de bu olaylar yaşanırken, ey NATO sen ne zaman olacak da gelip bizim yanımızda yer alacaksın? 911 kilometre burada bizim sınırımız var, sürekli terör örgütleri bizi taciz ediyor, Suriye rejimi aynı şekilde bu yollara başvuruyor. Peki sen ne zaman ortaya çıkacaksın, devamlı ben bunları mı söyleyeceğim? Şu ana kadar hala olumlu bir ses söz yok.

“Biz iktidara geldiğimizde de attığımız her adımda bize olmaz dediler, yapamazsınız dediler, başaramazsınız dediler. Daha ileri gidip ‘haddinizi aşmayın ha’ dediler. IMF’nin bize dediği laf ‘olmaz’. Ne olmaz? Sen paranı alıyor musun, alıyorsun. Bizden sonra borç istedi. Arkadaşlar “Verelim mi?” dedi, “Verin” dedim. Bugün borç alan yarın emir alır.

(IMF’ye) Türkiye’yi yönetecek birisi varsa o da benim. Sen sadece paranı al.”

Continue Reading

Öne Çıkanlar

“Canan Karatay’ı görünce üzülüyorum, depresyonu turşuyla çözmek gibi önerileri tartışmak istemiyorum”

Published

on

By

2015’te Uluslararası Diyabet Federasyonu tarafından verilen diyabet alanında ‘Yılın Bilim Adamı’ ödülünü alan Yılmaz, “Şeker fabrikalarının özelleştirilmesine de pancar üretiminin sınırlandırılmasına da karşıyım. Üretim ağırlığının nişasta bazlı şekerlere kaydırılmasını doğru bulmuyorum” ifadesini kullandı.

Temel Yılmaz’ın Habertürk’ten Kübra Par’ın sorularına verdiği yanıtların ilgili bölümü şöyle:

– Canan Karatay, son günlerde depresyon ilaçlarıyla ilgili açıklamasıyla gündemde. İstanbul Tabip Odası’nın Karatay’a para cezası kesmesine ne diyorsunuz?

Canan Hoca’nın açıklamalarını artık biraz üzüntüyle izliyorum. Depresyonu sadece bağırsaklara ve faydalı-zararlı bakterilere bağlamak, sorunu turşu yiyerek çözmek gibi önerleri de tartışmak istemiyorum! Sorun bu tür talkshow türü yorumlardan çok daha ciddi. Sadece bizim toplum değil, dünyadaki tüm toplumların sorunu. Hekimler arasındaki bu tür tartışmaların yeri medya değil, olmamalı. Bir hipoteziniz varsa, bununla ilgili olarak bir araştırma yaparsınız. Oturup araştırmayı kaleme alırsınız, sonra bu çalışmayı hakemli dergilerden birisine gönderirsiniz. O arada da bir bilimsel kongrede sunmak istersiniz. Oradaki sunumda konunun uzmanları sizi dinler, onayladıkları noktalarda onaylar, akıllarına yatmayan noktalarda da sorularını sorar. Ondan sonra o düzeltmelerini yapar. Yayın, hakemli bir dergide çıkar. Bu artık uluslararası standartlarda yapılmış bir araştırmadır ve herkes bunu uygular.

– Karatay’a temel eleştiriniz, araştırma bulgularını önünüze koymadan konuşması mı?

Evet, somut kanıtlar olmadan konuşmamalı.

– Siz Karatay’ın şeker yükleme testine karşı çıkmasını da eleştiriyorsunuz değil mi?

“Şeker yükleme testini yaptıranların çocukları şeker hastası olur, kalbi delik olur” diyorsanız, bunu kanıtlamanız lazım. Tıpta gelişigüzel konuşma hakkınız yok. İnsan hayatıyla ilişkili olarak karar veren ve daha sonra hesap sorulmayan mesleklerden biri hâkimlik, diğeri de hekimlik. Bir hasta, gelip sizi bir otorite olarak aldığı zaman, ağzınızdan çıkacak her kelimeyi izler. Söylediğiniz bir kelimeye takılır, sabaha kadar uyumaz. Canan Hoca’nın, glikoz tolerans testi yapılmış annelerin çocuklarının verilen glikoza bağlı olarak diyabet olduğuna dair kendi klinik araştırmasını ya da literatüre ilişkin araştırmasını bekliyorum. Baktım ama bulamadım.

– Ama Karatay depresyon ilaçlarının aşırı yaygınlaşmasını eleştirmekte haklı değil mi?

Depresyon ilaç tüketiminin aşırı olduğuna katılıyorum. Bunun temel nedeni, gelişen teknolojinin insanlara getirdiği yeni hayat modeli. İnsanlar artık çok daha uzun saatler çalışıyor, daha uzun süre kapalı ortamlarda kalıyor, daha hareketsiz ve daha stresli. Mesaj-mail trafiği de düşük yoğunluklu stresi tüm güne yaydı. İnsanlar artık sürekli çalışan, sürekli izlenen ve sürekli uyarı ve emirlerle sürekli yönetilen modern köleler haline geldi ve tüm toplumlarda depresyon patladı. İlaç kullanımı da arttı. Ancak bu durum tek başına bu kadar aşırı ilaç kullanımını izah etmez. Sorunu psikoterapik rehabilitasyonlarla çözümlenebilecek birçok insan hemen ilaca yönlendiriliyor. Aşırı miktarda gereksiz, indikasyonsuz ilaç tüketimi var. Bu ilaçlar duyguları etkileyen ilaçlar, stres ve üzüntüleri azaltırken sevinç ve mutlulukları da buduyor. Çalışma koşullarının biraz daha düzeltilmesi, işyerlerinde çalışana psikolojik danışmanlık sağlanması gibi önlemler, sorunların çözümünde çok önemli rol oynayabilir.

Continue Reading

Çok Okunanlar