Connect with us

Medya

Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri’nden AİHM’e: Türkiye’de gazeteciler keyfi olarak tutuklanıyor

Published

on

AİHM’e Türkiye’deki gazetecilerin serbest bırakılması gerektiği görüşünü sunan Komiser Muižnieks, darbe girişimi sonrası birçok gazetecinin ifade özgürlüğünü kullandığı için terör suçlamasına maruz kaldığını hatırlatarak, tutuklama gerekçelerinin keyfi ve muğlak olduğunu söyledi. Muižnieks, mahkemeye sunduğu ihlâl iddiasını 6 gerekçeye dayandırdı.

Cumhuriyet’ten Duygu Güvenç’in haberi:

Başta Cumhuriyet yazar, yönetici ve muhabirleri olmak üzere gazetecilerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ndeki (AİHM) davalarına müdahil olan Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Muiznieks, tutuklu gazetecilerin serbest bırakılması için yaptıkları başvuruya ilişkin görüşünü AİHM’ye sundu. Gazetecilere yönelik terör suçlamalarının somut delillere dayanmadığını vurgulayan Komiser, “Yasal görevleri terör suçlaması yapılıyor” dedi. Komiser, Türkiye’yi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) özgürlük ve güvenlik hakkıyla ilgili 5 ve ifade özgürlüğüyle ilgili 10. maddelerini ihlal etmekle suçlarken, Venedik Komisyonu’nun ceza kanununa dair yıllar önce “Tehlikeli belirsizlik” tanımlaması yaptığını anımsattı. Komiser, ihlal iddiasını 6 gerekçeye dayandırdı.

İşte Komiser Muiznieks’in ihlal gerekçeleri:

* Devletin güvenliği ve terör ile ilgili ceza hükümleri; şiddeti teşvik etmeyen açıklamalara karşın terör propagandası ve terör örgütüne destek gibi çok geniş yorumlamaya, keyfi uygulamalara açık ve muğlak. Birçok gazeteci, darbe girişimi sonrasında, meşru ifade özgürlüğünü kullandığı için terör suçlaması ile karşı karşıya kaldı.

* Bu ciddi iddialarla gazetecileri tutuklamak ve soruşturmak, meşru gazetecilik faaliyetinden uzaklaştırıyor ve otosansüre neden oluyor.

* Mahkemelerin tutuklama gerekçeleri mantıklı açıklamadan ve inandırıcı kanıtlardan yoksun; asıl gerekçelere veya şüphelinin bireysel durumuna değinmiyor. Katalog suçlarda bu uygulama artıyor.

* OHAL tedbirleri, tutukluluk halinin incelenmesi hakkını önemli ölçüde azalttı.

* Gazetecilerin yanı sıra; insan hakları savunucuları, akademisyenler ve milletvekillerine yönelik kararlar, ceza kanunları ve yönetmeliklerin muhalif görüşleri susturmak için kullanıldığını gösteriyor.

* Türk yargısının erozyona uğramış bağımsızlık ve tarafsızlığı ile ifade özgürlüğünü ayakta tutmak her zamankinden daha zor. Komiser, görüşünü “Bu çerçevede, Türkiye’de hüküm olmaksızın gazetecileri tutuklamak sözleşmedeki herhangi bir yasal hedef ile bağdaşmamaktadır.

Komiser, görüşlerini 10 sayfalık müdahillik raporunda detaylandırdı. İşte o rapordaki çarpıcı tespitler:

* Mevzuat ve içtihatta ifade özgürlüğüne yönelik kalıcı ihlaller, AİHS’nin 10’ncu maddesindeki standartların gerisinde

* OHAL’den sonra ifade özgürlüğü kısıtlamaları arttı. Bu endişeler, sadece Komiser tarafından değil AKPM, Venedik Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu tarafından da paylaşılmaktadır.

* Gazeteciler sahte kovuşturmalar ve davalarla, üst düzey yetkililerin kötüleyen açıklamalarıyla ve hatta fiziksel saldırı ve şiddetleriyle geniş şekilde hedef alınmakta; bu da onların yasal işlerine olumsuz etki ediyor.

* Türkiye, AİHS’nin 10. maddesiyle ilgili AİHM’de en fazla kararın alındığı ülke.

* Başvurucuların çoğunun yargılandığı TCK ve TMK ifade özgürlüğünü olumsuz etkiliyor. Bu yasalara, 2011’den bu yana süren uyarılara rağmen dokunulmadı. Komiser’in görüşlerini Venedik Komisyonu da dile getirdi ve bunları “tehlikeli belirsizlik” olarak tanımladı.

Otoriteler, bu kararlara direnmeli

* AİHM’nin, ifade özgürlüğü konularındaki içtihatları doğrultusunda, otoriteler (hükümet), savcı ve mahkemelerin ifade özgürlüğünü cezalandırmasına karşı direnmelidir.

* Komiser, terörle mücadelede karşılaşılan zorlukları yabana atmasa da, bu mücadelenin, ulusal otoritenin Sözleşmenin 10’ncu maddesindeki yükümlülüklerini yok etmediğini düşünmektedir. Bu çerçevede, AİHM, “ulusal güvenlik, toprak bütünlüğü ve kamu güvenliği nedeniyle ifade özgürlüğü kısıtlansa da, bu kısıtlamalar yeterli nedenlerle meşrulaştırılmalı ve sosyal ihtiyaca orantılı şekilde yanıt vermeli” derken; Venedik Komisyonu da ‘üyelik’ kavramının çok dar yorumlanması gerektiğini ve eldeki tek veri yayınlarıysa gazetecilere uygulanmaması gerektiğini belirtir.

* Komiser, Türk yargısının mevzuattaki var olan sorunları daha da kötüleştirerek, gazetecilerin kamu adına gözlemleme rolüne karşın, tartışmalı açıklamaların gerçek olup olmadığına; kamu yararı bulunup bulunmadığına bakmadığını ve Sözleşmenin 10’ncu maddesindeki gerekliliklerin gerisinde kaldığını düşünüyor.

Kanıt yok

* Komiser, gazetecilere karşı cezai işlemlerin büyük kısmının, tamamen gazetecilik faaliyeti olmasına karşın, dayanaktan yoksun iddialar ve fiili kanıt olmaksızın yapıldığını gözlemliyor. Bunun bir örneği de sulh ceza hâkimliğinin Cumhuriyet yazarları ve yöneticileriyle ilgili verdiği karardır. Bu gazeteciler, tek kanıtın basılmış haberler olmasına karşın, terör örgütüne üye olmaksızın yardım etmek suçlamasıyla; FETÖ ve PKK propogandası yapmakla suçlandı. Komiser, mahkemelerin değerlendirmelerinde ifade özgürlüğü değerlendirmesinin olmamasından, FETÖ ve PKK gibi birbirine tamamen zıt iki örgüte, açıkça imkansız olsa da aynı anda propaganda yapma iddiasından ve şüpheliler ve bu örgütler arasında kamuyu ilgilendiren eleştirel makaleler dışında maddi delil olmaksızın suçlanmasından şaşkındır.

Ahmet Şık’a yönelik iddialar inandırıcı değil

* Ahmet Şık da PKK-DHKP-C propagandası yapmakla suçlanmaktadır. Komiser, 2011 yılında devlete sızan Gülenci savcılar tarafından yanlış olduğu ortaya çıkan iddialarla tutukluyken ziyaret edilen, Şık ile ilgili bu iddiaların ciddi şekilde inanılırlıktan yoksun olduğunu gözlemler.

* Terör örgütüne üye olmak ve Türk hükümetini devirmekle suçlanan Ahmet Altan ile ilgili de hâkimin kanıtı yine Taraf’ın editöryal çizgisi ve Altan’ın bir gün önce TV’de yaptığı, “darbeye zemin hazırlama” sayılan açıklamalarıyla sınırlıdır.

* Darbe sırasında 210 gazeteci tutuklandı.

* Çok sayıdaki cezai soruşturmanın nedeni, yargının; tutuklamanın istisna olduğunu, tüm opsiyonlar yetersiz kaldığında son çarede atılacak adım olduğunu ve masumiyet karinesi ile her zaman uyumlu olması gerektiğini görmezden gelmesi.

* Gazetecilere ve insan hakları savunucularına yönelik kısıtlamalar OHAL’de ciddi şekilde arttı ve bunların bir çoğunda gazetecilerin yapay iddialarla ve ilk bakışta suçluluğa dair kanıt olmamasına karşın tutuklanması üzüntü verici.

* Müvekkil-avukat ilişkisinin gizliliği hâlâ ihlal ediliyor.

* Kaldı ki suç işlediğine dair makul şüphe olsa dahi hüküm öncesi tutuklama için cezai suç şarttır. Yerel mahkemeler tutuklama için ilgili ve yeterli gerekçeyi göstermek zorundadır (Labita -İtalya kararı).

Güçlerin eşitliği ilkesi zarar görür

* Ne yazık ki birçok olayda, terörle ilgili suçlamalar konusunda, gazeteciler terör örgütüne katılımlarını doğrulayan kanıt olmadan yargılanıyor. Komiser, gazetecilere yönelik ciddi iddialarla hüküm olmadan tutuklanmalarına karşın maddi delillerin yoksunluğundan şaşkına uğramıştır; onların tutuklanmasının zemini tamamen gazetecilik faaliyetleri veya kamuya yaptıkları açıklamalardır ki bunlar da AİHS’nin 10’ncu maddesinde korunan ifade alanı içerisinde yer alır ve onların terör örgütüyle bağlantısına kanıt olarak düşünülemez.

* Komiser, sulh ceza hâkimlikleri tarafından verilen kararların basmakalıp ve soyut formüllere dayanan, gerekçesiz, sadece kanundaki kelimelere atıfta bulunan ve ciddi bir incelemeden yoksun olduğuna işaret eder. Cumhuriyet yazarları ve Ahmet Altan’ın tutuklama kararlarından bir yıl sonra ilk duruşmalarının gerçekleşmesi; “suçun niteliği, kanıt durumu ve dosyanın içeriği” gibi muğlak ifadeler dikkat çekicidir. Komiserin endişeleri, Türkiye’nin Sözleşmenin 5’nci maddesini birçok defa bu kararlarla ihlal ettiğini doğrular.

* Özellikle de AİHM’ye Şık ve Şener kararında, mahkeme tutukluluk için yeterli delil olmadığına hükmetmiştir. Mahkemeye göre basmakalıp genel gerekçeler, bu eksikliği gidermek için yeterli değildir. AİHM’ye önceki kararına karşın, Ahmet Şık’ın, yeniden tutuklanması talihsizdir.

* Katalog suçlarda, diğer koşulları incelemeden veya yargıdan kaçma veya önleme riski ele alınmadan, güçlü şüphe ile tutukluluk verilmektedir.

* 667 No’lu KHK ile tutuklamanın gözden geçirilmesi için her dosya ayrı değerlendirilmektedir; bu da şüphelileri hâkim kararı olmadan serbest kalma şansından mahrum bırakmaktadır. Bu yüzden de başvurucular uzun süre hâkim karşısına çıkamamıştır. Bu 5’nci maddenin ihlalidir.

* Tutuklamanınım gözden geçirilmesi dosyaya getirilen kısıtlamalarla olumsuz etkilenmiştir. Başvuranların veya avukatlarının soruşturma dosyasındaki önemli bilgilere erişimi reddedildiğinde, güçlerin eşitliği ilkesi büyük zarar görür.

Hükümetin savunması inandırıcı değil

* Komiser, Türkiye’de meşru muhalif görüşleri bastırma eğilimi olduğunu ve yargı kararlarının buna zemin hazırladığını belirtir. Komiser, genellikle tek kanıtın gazetecilik faaliyetleri olması nedeniyle, Türk yetkililerin, “gazetecilik faaliyeti nedeniyle kovuşturulmadığı veya tutuklanmadığı, diğer suçlar nedeniyle tutuklandığı” iddialarının inandırıcılığını yitirdiğine işaret eder.

* İfade özgürlüğündeki aşınmasıyla 17/25 yolsuzluk soruşturması ile paraleldir. HSYK’ye müdahale yargıda korku ve endişe ortamı yaratmış devlet merkezli tutumları artırmış; ifade özgürlüğüyle ilgili çelişkili kararlar alınmıştır.

* Yürütmenin doğrudan ve dolaylı yargıya müdahalesine dair Komiser çok sayıda rapor almıştır. HSYK’nin 21 gazetecinin serbest kalmasına karar veren hâkimleri açığa alma kararı karşısında şoke olmuştur. Bu gazetecilerin hiçbiri serbest bırakılmamış ve tekrar tutuklanmıştır.

Mahkeme hükümet diliyle eleştirdi

* Yüksek düzeydeki yetkililerin gazetecilere ‘terörist, vatan haini, ajan’ diye hitap etmesi not edilmiştir. Bunlar gazetecilerin saldırıya uğramasına neden olmuştur. Böylesi açıklamaların hâkim ve savcılar üzerindeki etkisinden endişe eden Komiser’in haklılığı Dündar ve Gül ile ilgili AYM kararında görülmüştür; karar Cumhurbaşkanı ve Adalet Bakanı tarafından sert bir şekilde eleştirilmiş, cumhurbaşkanı “Tanımıyorum, saygı da duymuyorum” demiştir. Dündar ve Gül kararında ilk defa, ilk yerel mahkeme AYM’yi, Cumhurbaşkanı ve Adalet Bakanı’nın sözlerini anımsatarak yetkilerini aşmakla suçlamıştır.

Yüksek Mahkeme karar almadı

* Dündar ve Gül kararının bulunduğu, AİHS’nin 5 ve 10’ncu maddelerine uyum içerisinde birçok içtihatı bulunan AYM, tehlikede olan hakların aciliyetine ve bekleyen kararlara karşın, bugüne kadar gazetecilerin tutukluluğu konusunda karar almamıştır. Bunun, çok sayıda başvuru gibi nedenleri olsa da Komiser, bu eksikliğin şu anda yargının tarafsız ve bağımsız çalışmasını etkileyen nedenlerden kaynaklandığı endişesindedir.

Gündem

“Windows, bu kadar hızlı güncellenmiyor!”

Published

on

By

BirGün yazarı Bülent Mumay, AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan‘ın açıklaması sonrası başlayan “dinde reform” tartışmalarını değerlendirdi. “Erdoğan’ın Nurettin Yıldız gibilerini eleştirmek zorunda kalırken başlattığı ‘İslamda güncelleme’ tartışmasının, hedeflenen Saadet tabanını ‘Cumhur İttifakı’ndan bir parça daha uzaklaştıracağı aşikâr” diyen Mumay, Erdoğan’ın bir gün sonra yaptığı “Dinde reform yapmak haddimize mi” açıklamasıyla ilgili olarak da “Windows, bu kadar hızlı güncellenmiyor” ifadesini kullandı.

Bülent Mumay‘ın “Windows, bu kadar hızlı güncellenmiyor!” başlığıyla yayımlanan (11 Mart 2018) yazısının ilgili bölümü şöyle:

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamasıyla patlak veren “dinde güncelleme” meselesinin zamanlaması, AKP açısından hiç de iyi olmadı. Karamollaoğlu’nun “Cumhur ittifakı”na kapıyı kapatmasından sonra, AKP’nin niyeti Saadet Partisi tabanını kazanmaktı. Erdoğan’ın Nurettin Yıldız gibilerini eleştirmek zorunda kalırken başlattığı “İslamda güncelleme” tartışmasının, hedeflenen Saadet tabanını “Cumhur İttifakı”ndan bir parça daha uzaklaştıracağı aşikâr. Dünkü Milli Gazete’nin manşeti de, bu öfkeyi yansıtıyordu. “İslam’ın güncellenmesi ne demek?” başlığıyla çıkan gazete, Erbakan’ın “Din, Allah yapısıdır” sözlerini de 1. sayfadan hatırlatma gereği duymuştu.

Gerçi çok da şey etmemek lazım. Erdoğan, “güncelleme” açıklamasını da güncelledi. Önce, sözcüsü İbrahim Kalın twitter’dan “izahat” yapma gereği duydu. Yetmeyince Cumhurbaşkanı bizzat devreye girdi. Bir gün önce, “İslam’ın güncellenmesi gerektiği”nden söz eden Erdoğan, tepkiler üzerine “Dinde reform olmaz, haddimize mi” deme gereği duydu. Saray’ın 24 saat içinde güncelleme açıklamasına getirdiği güncelleme, Windows işletim sisteminin sürekli gönderdiği güncelleme yamalarından bile daha hızlı geldi. “Şehirleri mahvettik” tadında çıkışlarla uzunca bir süredir kendi muhalefetini yapan Erdoğan’ın yeni bir hamlesi olabilir, kim bilir. “Değişmeyen tek şey değişimin kendisi” diyen Cem Karaca da rahmet istedi şimdi…

Bu arada enteresan bir gelişme daha oldu… Aralarında Ankara ve Marmara’nın da bulunduğu ilahiyat fakülteleri, Erdoğan’ın sözlerine “açıklık” getirmek için bildiriler kaleme aldı. “Aslında şunu demek istedi” tadındaki açıklamaları yapanların, bir yerlerden motive edildikleri aşikar elbette… Tarikat yurtlarındaki çocuk istismarları konusunda gıkı çıkmayan, kendisine ilahiyatçı diyen sapıkların kadınları aşağılayan “fetva”ları karşısında ‘lâl’ olan ilahiyatçıların, Saray’ın tekzip bürosu olarak hizmet vermeye başladı aniden. Ne diyelim, yeni “akademik görev”leri hayırlı olsun…

Continue Reading

Dünya

Yalan haber, doğru bilgiden altı kat hızlı yayılıyor

Published

on

By

Yalan haberin Twitter’da doğru bilgiden en az altı kat hızlı yayıldığı ortaya çıktı. ABD’nin önde gelen üniversitelerinden Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (MIT) yapılan araştırma, yalan haberlerin ‘çok daha uzağa, çok daha hızlı bir biçimde’ yayıldığını ortaya koydu.

Araştırmada, Twitter’dan yayılan binlerce haber ve 2006-2017 arasında atılan trilyonlarca tweet incelendi; teyit etme konusunda uzman altı kurumdan yardım alındı. İki yılda tamamlanan araştırmanın öne çıkan bulguları şöyle:

  • Yalan haber içeren tweetler, gerçek haber içerenlere kıyasla çok daha fazla paylaşılıyor;
  • Doğru bir bilgi içeren bir tweet’in 1500 kişiye ulaşma hızı, yalan haber/iddia içeren bir tweet’inkinden altı kat daha yavaş;
  • Doğru haber içeren bir tweet nadiren 1000 kişi tarafından zincirleme bir şekilde paylaşılıyor. Buna karşın, yalan haber içerenlerin en az yüzde 1’i zincirleme olarak yeniden paylaşılıyor;
  • Yalan haberlerin ‘viral’ olma ihtimali çok daha yüksek. Bu haberler hem aynı zincir içinde, hem de yeni zincirlerde tekrar tekrar paylaşılıyor;
  • Doğru bir haberin Twitter’ın derinliklerine ulaşma hızı, yalan haberden 20 kat daha düşük;
  • Siyasetle ilgili yalan haberler, diğer konularla ilgili yalan haberlerden de hem daha hızlı, hem de daha derin katmanlara yayılıyor;
  • Yalan haberleri yayan hesaplar, doğru haberleri paylaşanlara kıyasla Twitter’a kısmen yeni girmiş, daha az takipçisi bulunan ve daha az aktif olan kişilere ait.

Araştırma, MIT’de öğretim üyesi olan Soroush Vosoughi, Deb Roy ve Sinan Aral tarafından yapıldı. Aral CNN International’a demecinde, “Sonuçlar beni çok şaşırttı. Yalan haberin daha hızlı yayılması değil, aradaki farkın boyutu şaşırtıcıydı” dedi.

Continue Reading

Editörden

Cumhuriyet davası: Murat Sabuncu ve Ahmet Şık’a yaklaşık 500 gün sonra tahliye, Akın Atalay yine tutuklu!

Published

on

By

“Terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına ve anayasal düzene karşı suç işlemek” iddiasıyla üçü tutuklu yargılanan Cumhuriyet yönetici, yazar, muhabir ve avukatları hakkındaki davanın altıncı duruşması bugün (9 Mart 2018) Silivri’de görüldü. Mahkeme heyeti, Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu ve muhabir Ahmet Şık için tahliye kararı verirken 495 gündür tutuklu bulunan Cumhuriyet Vakfı İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay’ın tutukluluk halinin devamına hükmetti. Cumhuriyet davasının bir sonraki duruşması 16 Mart’ta Silivri’de görülecek.

İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından görülen davanın bugünkü duruşmasında ilk olarak eski Cumhuriyet yazarı Mehmet Faraç “tanık” sıfatıyla dinlendi. Önceki duruşmalarda iş akdinin, bir kadın çalışanı saçlarından tutarak yerde sürüklediği gerekçesiyle feshedildiği belirtilen Faraç, sanık avukatlarından Tora Pekin’in “2009 senesinde gazete binasının tamamen dışında başka büroda çalışmanız istendi. Oraya geçtiniz. Nedenini anlatır mısınız?” sorusu üzerine “Böyle tuzak sorular yakışmıyor” dedi.

İfadesi boyunca, gazetenin yayın politikasını değiştirdiğini iddia ettiği Cumhuriyet Gazetesi Vakfı Başkanı Orhan Erinç’e yönelik tepkisini dile getiren Faraç, daha sonra eski Cumhuriyet muhabirlerinden Leyla Tavşanoğlu’nun Erinç’in “talimatı” ile Pensilvanya’ya gönderildiğini ileri sürdü.

Leyla Tavşanoğlu ise darbe girişiminin planlayıcısı olduğu belirtilen Fethullah Gülen’i, vakıf yönetiminin isteğiyle Pensilvanya’da ziyaret ettiği yolundaki iddiayı yalanladı. “2014’te Gazeteci ve Yazarlar Vakfı beni ve başka gazeteci ve akademisyenleri davet etti. Vakıf ve gazete yönetiminde olan İbrahim Yıldız’dan izin aldım. Gülen de oradaydı. Sonra yazmaya değer haber görmedim ondan yazmadım” diyen Tavşanoğlu, Tora Pekin’in “Bir gazetecinin Pensilvanya’ya gitmesini kesinlikle suç olduğunu düşünmüyorum. Ama bu konuyla ilgili Orhan Erinç size bir şey dedi mi?” sorusunu yanıtsız bıraktı. Bunun üzerine Pekin, “Kendisi bana ‘Gitmesen iyi olur’ dediğini aktarmıştı. Gelince kendisi de burada sorar” ifadesini kullandı.

Daha sonra kürsüye, Cumhuriyet Gazetesi Okurları Platformu (CUMOK) Koordinatörü Namık Kemal Boya çağırıldı. Boya, üye hâkimin, “Aydın Engin’i, İlhan Selçuk’un uzaklaştırdığı söyleniyor” ifadesine “Ben birkaç kişiden ‘Kapıdan içeri girmeyecek’ dediğini duydum” karşılığını verdi. Boya’nın iddiası üzerine Cumhuriyet yazarı Aydın Engin söz aldı ve şunları söyledi:

“2002’de İlhan Selçuk herkesi toplayarak ‘Artık milliyetçi çizgi izleyeceğiz’ dedi. Ben de ‘Milliyetçi değilim’ dedim ve istifa ettim. İlhan Abi beni kovmak şöyle dursun, ‘Beni çiğnemeden çıkamazsın’ dedi. Üstelik bu istifanın ardından yine İlhan Abi gazetenin başındayken, 2006 ya da 2007’de yeniden gazeteye gelmemi istedi. Ben reddettim. Yemin etmiş bir tanığın gönlünden geçenleri objektif gibi anlatması kabul edilebilir değil.”

Engin’in ardından Cumhuriyet Kitap’ın yayın yönetmeni Turhan Günay söz aldı, tirajların CUMOK sayesinde değil, haftanın iki günü gazete ile birlikte ücretsiz kitap verilmesi sonucu arttığını söyledi. Avukat Tora Pekin de Faraç ve Boya’nın “tirajlar düştü” iddiasının mahkemeye sundukları Basın İlan Kurumu verilerinde resmi olarak yalanlandığını kaydetti.

“İddialar akıl alacak gibi değil”
Duruşmada, savunma makamının tanıkları olarak eski CHP Genel Başkanı Altan Öymen ve DİSK Genel Başkanı Kani Beko dinlendi.

Altan Öymen, Bahri Belen’in “Cemaate yakın bir haber içerik olduğuna dair bir izleniminiz oldu mu? Bunu utanarak soruyorum ama” sorusunu “Öyle bir şey yok” diye yanıtladı.

Bir dönem Cumhuriyet’in birinci sayfasının yazarlığını yaptığını hatırlatan Öymen, “Yöneltilen iddialar akıl alacak gibi değil. Cumhuriyet öncelikle Atatürk’e bağlıdır. 1924’ten beri zaman içinde çok şey olmuştur ama bu değişmemiştir. Atatürkçülüğün yanlış kullanımına da karşıdır. ‘Bu Atatürkçülükse ben Atatürkçü değilim’ sözü Nadir Nadi’ye aittir” diye konuştu.

Kani Beko da, bir okuyucu olarak gazetenin yayın politikasında herhangi bir değişiklik, “sapma” sezmediğini belirterek “FETÖ’yü öven bir gazete DİSK’in kapısından bile giremez” ifadesini kullandı. Beko, sözlerine şöyle devam etti:

“Biz Cumhuriyet ile ilgili böyle bir şey duymadık bilmiyoruz. Cumhuriyet bu ilkeleri savunduğu müddetçe biz de Cumhuriyet’i savunmaya devam edeceğiz.”

Duruşmayı kimler izliyor?
Silivri’deki duruşmayı yargılananların yakınlarının yanı sıra izlemeye gelenlerin bazıları şöyle:

AB Türkiye Delegasyonu temsilcileri, Oya Baydar, Ömer Laçiner, Mine Söğüt, Sezgin Tanrıkulu, Alp Selek, Ercan Karakaş, Candan Yıldız, Erol Önderoğlu, Seray Şahiner, İnan Kızılkaya, Burcu Karakaş, Elif Ilgaz, Melike Demirağ, Ertuğrul Mavioğlu, Çiğdem Toker, Aram Ekin Duran, Ceyda Karan, Canan Coşkun, Dilek Şen, Meriç Velidedeoğlu, Leyla Tavşanoğlu, Ayşegül Sönmez, Arif Kızılyalın, Tayfun Atay, Fatih Polat, Kani Beko, Garo Paylan, Erdem Gül, Aslı Aydıntaşbaş, Ayşe Sayın, Yasemin Öymen, Utku Çakırözer, Gençay Gürsoy, Bülent Özdoğan, Özlem Yüzak, Sadife Karataş Kural, Semra Kardeşoğlu, Ceren Sözeri, Şükran Soner, Altan Öymen, Doğan Akın, Aslı Kazan, Beliz Özkan, Aylin Kotil, Bülent Mumay, Ayşenur Aslan, Selin Girit, Hilmi Hacaloğlu, Bülent Yener.

Continue Reading

Çok Okunanlar