Balıkesir Kepsut L Tipi Cezaevi’nde geçen yıl 1 Ocak’ta 8 adli hükümlü tarafından Kürt olduğu için işkence edilerek öldürülen Batmanlı Ulaş Yurdakul cinayetine (40) ilişkin yeni detay ve iddialar ortaya çıktı. Cinayeti işleyen hükümlülerden birinin annesiyle yaptığı telefon görüşmesi üzerine “üstü örtülmekten” kurtulan dosyaya ilişkin konuşan aile avukatı Hakan Günaslan, cinayetin bilinçli, planlı ve destekli olduğuna dair emarelerin olduğunu vurguladı.
‘CEZAEVİ İDARESİNİN GÖRMEMESİ MÜMKÜN DEĞİL’
Cinayetin aydınlatmasına yönelik ipuçlarını bir araya getiren Avukat Günaslan, soruşturma sırasında hükümlülerden alınan ifadelere dikkat çekerek, Yurdakul’un öldürüldüğü C3 koğuşuna getirilmesinin tesadüf olmadığını söyledi. Yurdakul’un sürekli darp edilmesi cezaevi idaresi tarafından da bilindiğini ve önlem alınmadığını ortaya çıkan fotoğraflarda da görüldüğünü vurgulayan Günaslan, şu çelişkileri ifade etti: “24 saat kamera ile izlenen, günde iki defa sayım yapılan bir koğuşta sürekli olarak darp edilen; yüzünde morluk, yara olan birinin darp edildiğinin anlaşılmaması mümkün değildir. Ayrıca belli periyodlarla bu hükümlüler muayeneden geçirilmektedir. Ancak söz konusu Ulaş olduğunda gözlerin kör, kulakların sağır, dilin lal olduğunu dosyadaki bilgiler gözümüze sokuyor.”
ÇOK SAYIDA ÖLDÜRME VE TECAVÜZ VAR
Öldürmenin “tasarlanarak ve canavarca hislerle yapıldığı” çok açık olduğunu, telefon konuşması ile de itiraf edildiğini kaydeden Günaslan, 1 yıldır süren soruşturmada dava açılmış kimsenin olmamasının düşündürücü olduğunu söyledi. Günaslan, “Yerel gazetelere yansıyan haberlerde, bu cezaevi ‘infaz evi’ olarak tabir ediliyor. Daha önce de çok sayıda öldürme ve tecavüz var. Dosyaya yansıyanlardan öğrendiğimiz kadarıyla cezaevindeki C3 koğuşunun özellikle oluşturulduğunu söylemek mümkün” diye belirtti.
ANNE YURDAKUL: TAHMİN EDİYORDUM
Oğlunun Samsun E Tipi Cezaevi’nden, Balıkesir Kepsut Cezaevi’ne sevk adı altında sürgün edildiğine vurgu yapan anne Fatma Yurdakul, “Samsun’da iken sık görüşüyorduk. Balıkesir’de telefonlarıma çoğu zaman çıkmıyordu. Yaşamını yitirmeden 3 hafta önce beni aradı, o zaman da sesi çok kötü geliyordu. Bana ‘Anne çok çok uzun yaşa’ dedi. Ben de ona, ‘Oğlum cezan az kaldı, çıkarsın görüşürüz’ dedim ve sesi gitti. Ben o zaman durumunun iyi olmadığını anlamıştım” dedi.
“OĞLUMUN ALTINI ISLATMA SORUNU OLMADI”
Cinayet günü kendisini cezaevinden aradıklarını ve “Ulaş banyo olmuyordu, mahkumlar onu zorla banyoya götürürken banyoda ayağı kaydı, düşüp ve öldü” denildiğini belirten anne Yurdakul, “Oğlumun duş almadığını, altını ıslattığı söyleniyor ama benim oğlumun öyle bir sorunu hiç olmadı. Samsun Cezaevi’nde kaldığında da böyle bir sorunla karşılaşmadı. Onu her gün cezaevinde dövdüklerini düşünüyorum. Gardiyanlar neden göz yumup, sustular?” diye konuştu.
“UYKU HAPI VERİLİP YATAĞINA SU DÖKÜLÜYORDU”
“Altını ıslatıyor” şeklinde çıkan haberlere tepki gösteren ağabey Deniz Yurdakul da, şu iddialarda bulundu: “Oradaki hükümlü ve tutuklular, Ulaş’a uyku hapı verip uzun süre uyutarak altına su döküyorlardı. Altına yaptı denilerek bu şekilde cezaevinde Ulaş’ı dışlıyorlardı ve idareye bildiriyorlardı. Samsun Cezaevi’ndeyken her hafta annemi arar durumunun iyi olduğunu söylerdi. Fakat Balıkesir’e gittikten sonra telefon açmamaya başladı. Biz aradığımızda da bizimle görüşmek istemediği söyleniyordu.”
‘SAVCI İZİN VERMEYİZ DEDİ’
Kardeşinin aramaması üzerine, Balıkesir’e gittiğini ve savcıyla yaptığı görüşmenin olumsuz sonuçlandığını anlatan ağabey Yurdakul, süreci şöyle anlattı: “Cezaevinden görüş gününü öğrenip Balıkesir’e Kepsut L Tipi Cezaevi’ne gittim. Orada kimlik kontrolleri yapıldı, içeri kadar gittim sonra bana dediler ki, ‘Ulaş’ın görüş yasağı var’,”neden” diye sorduğumda, ‘Disiplin cezası aldı’ şekline cevap verdiler. Ben ısrarla görüşmek isteyince beni önce başgardiyanla yönlendirdiler o da beni, savcılığa yönlendirdi. Balıkesir Cumhuriyet Savcılığı’na gittim. Kendilerine, kardeşimle görüşmek için izin almak istediğimi söyledim, onlar ise bana ‘Elimizde böyle bir yetki yok, izin veremeyiz’ dedi. Bu olay 2016 Nisan’ında yaşandı.”
‘AĞZINDA YIRTIK VARDI’
İstanbul morgunda yapılan yıkama işlemlerine katıldığını anlatan ağabey Yurdakul, “Ağzında yırtık vardı, belli ki ağzını zorlamışlardı. Birçok yerinde de morartılar vardı. İşkence, darp olduğu apaçık belliydi. Ve o zaman net olarak ölümünde kasıt olduğunu anladık” bilgisini paylaştı.
YOLERİ: BU BİR NEFRET CİNAYETİDİR
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri ise, cinayetin muhalif ve Kürt kimliğine duyulan bir düşmanlık ve nefret olduğunu ifade ederek, şunları söyledi: “Irkçı bir saldırı ve nefret söz konusu. Olayın gelişiminin yanında cinayete karışan kişilerin telefon görüşmelerinde kayıt altına alınmış sözleridir. Öte yandan Ulaş’ın sistematik bir şiddet altında olduğu ve ayrımcılığa maruz kaldığı ortada. Hapishane idaresinin ve ceza infaz memurlarının önleyici müdahalelerde bulunmaması, hatta şiddete göz yummaları, yol vermeleri, durumu daha da ağırlaştırmış olmaları, cinayetin hapishane yetkilileri ve devletle olan ilişkisini tartışmasız ortaya koyuyor. Hem hapishane yetkililerinin hem de infaz koruma memurlarının bu nefret cinayetinde sorumluluğu var. Adaletten söz edebilmek için öncelikle resmi görevliler dahil faillerin yargılanıp cezalandırılması şarttır.”
TANIK VE FAİLLER İTİRAF ETTİ
Cinayeti işleyen 8 hükümlünün aileleriyle olan telefon görüşmeleri ve savcılığa verdikleri ifadeler, cinayetin planlı ve organize olduğunu göstermekte. Olayla ilgili Adli Tıp Kurumu, Yurdakul’un ölüm sebebini, “Fiziksel şiddete bağlı göğüs kemiği ve kaburga kırıklarıyla birlikte iç organ yaralanması sonucu iç kanama” olarak otopsi etmesi ve cinayeti üstlenen Serkan Evran ile koğuştaki 7 arkadaşı tarafından yapıldığını kanıtlıyor.
YENİDEN YARGILANACAKLAR
Cezaevinde kalan görgü tanığı mahkumların ifadelerin de, infaz koruma memurlarının olayın içinde olduğu gösteriyor. Soruşturmayı açan Balıkesir Nöbetçi Sulh Ceza Hakimliği, 24 Kasım 2017’de cezaevi görevlilerinin, görevlileri hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verdi. Bunun üzerine Yurdakul ailesinin avukatı Hakan Günaslan, Kepsut Cumhuriyet Başsavcılığı’na itiraz etti. 29 Aralık 2017’de karar veren savcılık, dosyayı bozarak yeniden yargılamanın yolunu açtı.
TÜRK BAYRAKLI ODADA İŞKENCE
Olay sonrası çekilen fotoğraflarda, Yurdakul’un koğuştaki yataklarda değil, merdiven boşluğunda yatırıldığı görülürken, işkencenin yapıldığı C-3 koğuşunun ve 2 No’lu odanın duvarları Türk bayraklarıyla dolu olduğu dikkat çekti.
Davada şüpheli olarak ifade veren Mehmet Özdemir, Yurdakul’u “Aynı koğuşta kaldığım İdris Çakmak’ın, yanıma gelerek sürekli Yurdakul’u öldürdüğünü anlatıyordu. Bu tarz şeyleri bana anlatmaması için onu uyardım. ‘4,5 kişi vura vura öldürdük’ dedi. Bu 4, 5 kişiden hatırladığım kişiler Serkan ve Nihat isimli hükümlülerdir” dedi.
‘KURUM MÜDÜRÜ BEKİR VE GAMZE DURUMU BİLİYORDU’
Davaya tanık olarak katılıp ifade veren İsmail Yıldırım da, şunları anlattı: “Kepsut Cezaevinde kaldığım dönemde Ulaş, diğer mahkumlar tarafından işkence görüyordu. Kurum müdürleri Bekir ve Gamze durumu bilmelerine rağmen önlem almıyordu. Bu iki müdür ile konuştuğumda, bana ‘Ulaş ya uslanacak, ya da geberip gidecek, biz onu buraya bilinçli olarak verdik’ şeklinde cevap verdiler. Bu olaya müdahale ettiğim için beni de Burhaniye’ye sevk ettiler.”
‘SAATLERCE DÖVDÜLER’
İşkencenin yaşandığı gece koğuşunda olan Emre Ersoy da, şu ifadelerde bulundu: “Olay gecesi Nihat Şen, Mehmet Alkan, İbrahim Armağan, Recep Okumuş, Serkan Evran, Bülent Kocaman, İdris Çakmak, ve Murat Sevim’in, Yurdakul’u 2 No’lu odada dövmeye başladıklarını çıkan seslerden anladım. Ben de hemen bitişiğindeki koğuştaydım. Saat 04.00’e kadar dövmeye devam ettiler. Saat 04.00’te dövmeyi bırakıp yatağına yatırdılar. Sabah 10.00’da Ulaş’ı yatağını ıslatmış halde bulduk. Bunun üzerine İdris Çakmak sabah Ulaş’ı banyoda yıkamaya başladı. Bu sırada Nihat Şen banyoya giderek çekpasla Ulaş’a vurdu. Tekrar odaya getirdiler, yine dövme sesleri duydum.”
‘ULAŞ BANA SALDIRDI DERSİN’
Serkan Evran’ın sabah yanına geldiğini ve Ulaş’ın öldüğünü anlattığını belirten Ersoy, şöyle devam etti: “Serkan Evran bana, Ulaş’ın öldüğünü, sorarlarsa ‘Ben yaptım diyeceğim. Siz hiçbir şeye karışmayın’ dedi. Nihat Şen de koğuşa gelerek kendilerine, nasıl ifade verecekleri konusunda baskı yaptı. Hatta bana da ‘Tuvalete git, kendine birkaç yumruk at ve sorarlarsa Ulaş saldırdı dersin’ dedi”
Mezopotamya Ajansı
Akıllı telefonlar üzerinden araç çağırma şirketi Uber‘den İstanbul’daki taksicilerin saldırılara ilişkin olarak açıklama geldi. Şirketin global merkezinden yapılan açıklamada, “Önceliğimiz bu zor zamanlarda, Uber sürücü ortaklarımızın yanında durmak, onlara gereken hukuki yardımı sağlayıp destek olmaktır” dendi.
Hürriyet’ten Ahmet Can’a yapılan açıklamada “Türkiye’deki operasyonlarımıza, sorumlu bir iş ortağı olarak, sonuna kadar bağlıyız. En çok önem verdiğimiz konuların başında, yerel paydaşlarla beraber çalışarak, birlikte daha akıllı ve çevre dostu şehirler yaratmak geliyor. Buna taksiciler de dahil olduğu için taksi ürünümüz mevcut” dendi.
SAYI 2 BİNİ AŞTI
Ayrıca şirketten yapılan açıklamada Uber’in bulunduğu tüm ülkelerde yerel regülasyonlara uygun olarak faaliyet gösterildiği ve her ülkenin vergi düzenlemelerine uyulduğu vurgulandı.
2014 yılında Türkiye’ye açılan Uber, şu anda iki farklı araç tipiyle hizmet veriyor. Bunlardan biri Mercedes Vito gibi lüks hafif ticari araçlar. Diğeri de taksi platformu. Şirketten paylaşılan bilgilere göre taksi platformunda hizmet veren taksilerinin sayısı 2 bini aştı.
AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Suriye’de yaşanan çatışmalarla ilgili olarak NATO‘ya tepki gösterdi. “Yeri geldi Afganistan’da olduk Somali’de olduk şu anda Suriye’de bu olaylar yaşanırken, ey NATO sen ne zaman olacak da gelip bizim yanımızda yer alacaksın?” diyen Erdoğan, IMF‘ye de “Türkiye’yi yönetecek birisi varsa o da benim; sen sadece paranı al” diye seslendi.
Bolu’da partisinin 6. olağan il kongresinde konuşan Erdoğan’ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
“Suriye ve Irak sınırlarımız boyunca terör koridoru oluşturmak isteyenler yüzlerindeki maskeleri indirip niyetlerini ifşa ettiler. Kimsenin ummadığı operasyonları başlattık. Müttefikimiz dediğimiz güçlere bakışı sahadaki eylemlere göre yeniden belirledik. NATO’nun üyesiyiz. Yeri geldi Afganistan’da olduk Somali’de olduk şu anda Suriye’de bu olaylar yaşanırken, ey NATO sen ne zaman olacak da gelip bizim yanımızda yer alacaksın? 911 kilometre burada bizim sınırımız var, sürekli terör örgütleri bizi taciz ediyor, Suriye rejimi aynı şekilde bu yollara başvuruyor. Peki sen ne zaman ortaya çıkacaksın, devamlı ben bunları mı söyleyeceğim? Şu ana kadar hala olumlu bir ses söz yok.
“Biz iktidara geldiğimizde de attığımız her adımda bize olmaz dediler, yapamazsınız dediler, başaramazsınız dediler. Daha ileri gidip ‘haddinizi aşmayın ha’ dediler. IMF’nin bize dediği laf ‘olmaz’. Ne olmaz? Sen paranı alıyor musun, alıyorsun. Bizden sonra borç istedi. Arkadaşlar “Verelim mi?” dedi, “Verin” dedim. Bugün borç alan yarın emir alır.
(IMF’ye) Türkiye’yi yönetecek birisi varsa o da benim. Sen sadece paranı al.”
2015’te Uluslararası Diyabet Federasyonu tarafından verilen diyabet alanında ‘Yılın Bilim Adamı’ ödülünü alan Yılmaz, “Şeker fabrikalarının özelleştirilmesine de pancar üretiminin sınırlandırılmasına da karşıyım. Üretim ağırlığının nişasta bazlı şekerlere kaydırılmasını doğru bulmuyorum” ifadesini kullandı.
Temel Yılmaz’ın Habertürk’ten Kübra Par’ın sorularına verdiği yanıtların ilgili bölümü şöyle:
– Canan Karatay, son günlerde depresyon ilaçlarıyla ilgili açıklamasıyla gündemde. İstanbul Tabip Odası’nın Karatay’a para cezası kesmesine ne diyorsunuz?
Canan Hoca’nın açıklamalarını artık biraz üzüntüyle izliyorum. Depresyonu sadece bağırsaklara ve faydalı-zararlı bakterilere bağlamak, sorunu turşu yiyerek çözmek gibi önerleri de tartışmak istemiyorum! Sorun bu tür talkshow türü yorumlardan çok daha ciddi. Sadece bizim toplum değil, dünyadaki tüm toplumların sorunu. Hekimler arasındaki bu tür tartışmaların yeri medya değil, olmamalı. Bir hipoteziniz varsa, bununla ilgili olarak bir araştırma yaparsınız. Oturup araştırmayı kaleme alırsınız, sonra bu çalışmayı hakemli dergilerden birisine gönderirsiniz. O arada da bir bilimsel kongrede sunmak istersiniz. Oradaki sunumda konunun uzmanları sizi dinler, onayladıkları noktalarda onaylar, akıllarına yatmayan noktalarda da sorularını sorar. Ondan sonra o düzeltmelerini yapar. Yayın, hakemli bir dergide çıkar. Bu artık uluslararası standartlarda yapılmış bir araştırmadır ve herkes bunu uygular.
– Karatay’a temel eleştiriniz, araştırma bulgularını önünüze koymadan konuşması mı?
Evet, somut kanıtlar olmadan konuşmamalı.
– Siz Karatay’ın şeker yükleme testine karşı çıkmasını da eleştiriyorsunuz değil mi?
“Şeker yükleme testini yaptıranların çocukları şeker hastası olur, kalbi delik olur” diyorsanız, bunu kanıtlamanız lazım. Tıpta gelişigüzel konuşma hakkınız yok. İnsan hayatıyla ilişkili olarak karar veren ve daha sonra hesap sorulmayan mesleklerden biri hâkimlik, diğeri de hekimlik. Bir hasta, gelip sizi bir otorite olarak aldığı zaman, ağzınızdan çıkacak her kelimeyi izler. Söylediğiniz bir kelimeye takılır, sabaha kadar uyumaz. Canan Hoca’nın, glikoz tolerans testi yapılmış annelerin çocuklarının verilen glikoza bağlı olarak diyabet olduğuna dair kendi klinik araştırmasını ya da literatüre ilişkin araştırmasını bekliyorum. Baktım ama bulamadım.
– Ama Karatay depresyon ilaçlarının aşırı yaygınlaşmasını eleştirmekte haklı değil mi?
Depresyon ilaç tüketiminin aşırı olduğuna katılıyorum. Bunun temel nedeni, gelişen teknolojinin insanlara getirdiği yeni hayat modeli. İnsanlar artık çok daha uzun saatler çalışıyor, daha uzun süre kapalı ortamlarda kalıyor, daha hareketsiz ve daha stresli. Mesaj-mail trafiği de düşük yoğunluklu stresi tüm güne yaydı. İnsanlar artık sürekli çalışan, sürekli izlenen ve sürekli uyarı ve emirlerle sürekli yönetilen modern köleler haline geldi ve tüm toplumlarda depresyon patladı. İlaç kullanımı da arttı. Ancak bu durum tek başına bu kadar aşırı ilaç kullanımını izah etmez. Sorunu psikoterapik rehabilitasyonlarla çözümlenebilecek birçok insan hemen ilaca yönlendiriliyor. Aşırı miktarda gereksiz, indikasyonsuz ilaç tüketimi var. Bu ilaçlar duyguları etkileyen ilaçlar, stres ve üzüntüleri azaltırken sevinç ve mutlulukları da buduyor. Çalışma koşullarının biraz daha düzeltilmesi, işyerlerinde çalışana psikolojik danışmanlık sağlanması gibi önlemler, sorunların çözümünde çok önemli rol oynayabilir.