Kitap
Demirtaş: Kitabı kadınlara ithaf ettim, ama mesajlar erkekleredir
Published
6 sene agoon
By
grihat

Evrensel gazetesinden Çağrı Sarı, Edirne F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ile öykü kitabı Seher’i, edebiyatı ve siyaseti konuştu:
Neredeyse bir yıldır cezaevindesiniz, HDP’lilere dönük baskı-operasyon sürüyor. Dava gününüz bile belli değil. Her an tutuklama, saldırı ile karşılaşıyorsunuz. Siyasi olarak siz, kendiniz bu kadar sorun yaşıyorken, neden kadına dair bir öykü kitabı?
Her şeyden önce “kadın sorunu” başlı başına siyasi ve ideolojik bir sorundur zaten. HDP dahil bütün siyasal, toplumsal, sınıfsal kesimlere yönelik saldırı kadına yönelik saldırıdan ayrı, bağımsız tutulamaz. Baskının, sömürünün, egemenliğin, hiyerarşinin kendini her an yeniden ürettiği yer kadın bedeni ve kadın kimliğidir. Kadın şahsında saldırıya uğrayan şey sadece kadına ait değerler değil, insanlığa ait bütün evrensel değerlerdir. Devletin, sermayenin, militarizmin, ırkçılığın yol açtığı bütün şiddet, sömürü ve tahribatın merkezinde kadın vardır. Bu başlı başına en ciddi siyasal sorundur. Erkek egemen zihniyetin kendini ilk var ettiği “coğrafya” kadın bedenidir. Aslında doğru adlandırma “erkek sorunudur.” Bizler bu ciddi sorunla cesurca yüzleşmeden ne demokrasi ne özgürlük ne de eşitlik konularında mesafe katedemeyiz. Buradan baktığımızda, aslında benim yaptığım şey “fantastik kadın öyküleri” yazmak değil, siyasi anlamda bir “kadın özgürlüğü” mücadelesidir. Ne benim ne de diğer muhaliflerin yargılanmasından ayrı ve uzak bir konu değildir bu mesele.
Bu kitap; öldürülen, tecavüze uğrayan, ağır çalışma koşullarına sahip, yoksullukla başa çıkmak zorunda olan kadınları anlatıyor. Elbette HDP’nin de bu alanda söylediği çok söz var. Fakat her şeye rağmen bir ‘erkek’ olarak endişe taşıdınız mı dili kullanırken, hassas bir alan çünkü…
Tabii ki cinsiyet kimliğim itibariyle “erkek” olmam “kadın” meselesinde yazarken, konuşurken çok daha fazla dikkatli olmamı gerektirir. Çünkü kadın özgürlüğünü yazayım derken, erkek olarak bir “lütufta” bulunuyormuş gibi ciddi bir hataya da düşebilirsiniz. Kadın kimliğine yönelik saldırının en temel faili erkektir. Buradaki erkek anlayış bazen koca, bazen abi, sevgili, nişanlı, baba olarak ortaya çıkarken, bazen de devlet, patron, müdür olarak ya da eş başkan olarak ortaya çıkabilir. Çoğu yerde de bir kaçı birden aynı anda ortaya çıkar ve kendi egemenliğini, gücünü, hiyerarşik üstünlüğünü korumak, güçlendirmek için her türlü zorbalığı yapmaktan çekinmez.
Kitapta ben kadınların “mazlumluğuna” değil “erkeklerin zalimliğine” dikkat çekmek istedim. Kadına acınacak bir figür olarak değil, erkeğe acınması gereken bir bakış açısını ortaya koymaya çalıştım. Kitabı kadınlara ithaf ettim, ama mesajlar erkekleredir. Kadınların bu öykülerden çıkaracakları fazla bir ders yoktur, haddime de değildir. Ben sadece kadın özgürlük mücadelesini yürüten cesur kadınlarla dayanışma ortaya koymak ve erkek zihniyetinin kendisiyle yüzleşmesi için bir katkı sunmaya çalıştım. Çünkü bu yüzleşmeyi hakkıyla yapmayan hiçbir erkeğin özgür bir insan olma ihtimali yoktur. Bu açıdan baktığımızda bu kitabın esas muhatabı erkektir.
Peki Demirtaş kadın mücadelesini nasıl öğreniyor? O dili kullanmayı, nerede nasıl bir tutum sergilemek gerektiğini…
İlk gençlik yıllarımdan beri içinde büyüdüğüm özgürlük mücadelesinin ve özgürlük hareketinin sağladığı muazzam birikimin bendeki etkileri diyebiliriz. Birlikte mücadele yürüttüğümüz kadın yoldaşlarım da öğretiyorlar bana. Elbette bu mücadelenin köklü bir ideolojik birikimi var. Temelde Kürt kadınlarının beslendiği ideolojik kaynak bu konuda çok güçlü, ilerici ve cesurdur. Kadın özgürlüğü ve erkek egemen zihniyeti üzerine en çok kafa yoran, yazan, konuşan kişi bu anlamda Sayın Öcalan’dır. Yeryüzünde şimdiye kadar bu konulara bu kadar kafa yoran bir erkek daha tanımadım. Kendisi kadını “en büyük sömürge ulus”olarak tanımlar. Tabii ki Türkiye kadın hareketlerinin ve kadın örgütlerinin de son derece ciddi bir mücadelesi ve birikimi var. Dünya genelinde de her yıl büyüyen bir kadın özgürlük mücadelesi büyük bir güce dönüşüyor. Bu mücadelelerin tümü sonuçta bazı şeyleri değiştire değiştire ilerliyor. HDP’de de bu kadın gücü başat bir güçtür. Dönüştürücüdür, devrimcidir. Bunların hepsi de benim açımdan öğreticidir. Bu konularda daha yolun başındayım da demem gerekir. Çünkü binlerce yılın birikimiyle biz erkeklerde toplanmış olan güç, yetki, otorite, iktidar ve olanaklardan vazgeçebilmek gerçekten de cesaret ister. Eşitliğe ve özgürlüğe yürekten inanmak, bunun gereğini yapmak erkek açısından tam bir kabustur; korkularının depreşmesine, panik yaşamasına yol açar. Bu açıdan bakıldığında cesaretin timsali olarak görülen erkeklerin çoğu korkaktır ve eşit olmaktan ödü kopar. Bence ilk anda korkunç gelse de özgürlüğe ve eşitliğe cesaretle yürümeliyiz. David Mitchell’in bir romanında okumuştum “Cesaret, bir şeyi yapmaktan altına edecek kadar korkmak, ama yine de yapmaktır” diyordu.
Kitaptaki öyküler bildik, tanıdık. Bunlar gerçek olaylar mı, kurgu mu, esinlendiğiniz olaylar mı? Örneğin kitabın isim öyküsü Seher… Ne kadar tanıdık bir kadın. Gerçek gibi. Nedir bunu yazdıran size?
Öykülerin çoğu tamamen kurgudur. Ancak “İçimizdeki Erkek”, “Annemle Hesaplaşmalar” ve Bahir’in hikayesini anlattığım “Cezaevi Mektup Okuma Komisyonuna Mektup”ta anlattıklarımın çoğu gerçektir. Ben çok uzun yıllar İHD’de insan hakları mücadelesinin içinde oldum. 12 yıldır da aktif siyasetteyim ve milletvekiliyim. İzmir ve Ankara’da iki üniversitede öğrencilik yıllarım oldu. Bütün bu deneyimler bende gözleme ve tanıklığa dayalı çok fazla birikim oluşturdu. Birçok defa, saldırıların bizzat mağduru da oldum. O nedenle toplumun birçok değişik kesimiyle ilişkilerim, diyaloglarım, yaşanmışlıklarım var. Bütün bu birikimleri edebiyat aracılığıyla üretime dönüştürmenin iyi olabileceğini düşündüm. “Seher” de yüzde yüz kurgudur, ama binlerce Seher’in varlığından haberdarız tabii ki. Bu nedenle fantastik değil hakikidir Seher.
Demirtaş’tan izler de buluyoruz kitapta… Kitaba başlar başlamaz karşılaştığımız ilk öyküde örneğin Demirtaş’ın muzip diline rastlıyoruz… Ya da Cezaevi Mektup Okuma Komisyonuna Mektup öyküsünde de. Nasıl kurguladınız tüm bunları? Komisyon mektubunda kendinizi anlatmışsınız aslında…
Yazmak benim için hep bir tutkuydu. Dışarıdayken yazabilmeyi çok istiyordum. Ama temsil ettiğim siyasal misyon ve kimlik buna hep engel oluyordu. Sonuçta benden beklenen temel şey siyasetimizi iyi ve başarılı bir şekilde temsil etmek olunca, çok koşturmak ve emek harcamak gerekiyordu. Bu da zamanımın tümünü alıyordu doğal olarak. Yazıya yoğunlaşacak zamanı da ortamı da bulamıyordum. En çok da eşim Başak’la konuşuyorduk bu konuyu. Yazma isteğimi görüyor ve beni cesaretlendirmeye çalışıyordu. Ama bir türlü yapamadım. Şimdi “tutsak” kimliğimle bunu yapma fırsatı doğunca içimdeki yazma isteğini hayata geçirdim. Tabii kitapta da belirttiğim gibi tutuklanmadan önceki son zamanlarda Sırrı Süreyya ve Barış Pirhasan’ın da cesaretlendirici çok katkıları oldu.
Mektup okuma komisyonuna yazdığınız öyküde; öykü yazarlığının nereden çıktığına dair ipuçları vermişsiniz. Fakat bunun öykü olduğunu yeniden anımsayıp soruyorum. Siz önceden bir şeyler yazar mıydınız? Resim yapar mıydınız? Sanat ve edebiyatla ilginiz ne derecedeydi, ‘Haydi ben elime fırçayı alayım’ dediğinizde o at resminin çıkması çok ilginç… Nasıl başladı her şey? Elinize kalemi nasıl aldınız?
Aslında ben bir roman yazabilmeyi isterdim. Edebiyat alanında kesinlikle iddialı değilim. Bunu mütevazılık olsun diye söylemiyorum. Kitabın ilgi görmesinin ilk ve en önemli nedeni siyasi kimliğim ve tanınıyor olmamdır. Bilinmeyen bir isimle bu kitabı yayımlasaydık acaba aynı ilgiyi görür müydü? Asla. Ben bunun farkındayım. Fakat bu avantajımı, edebiyat yoluyla değerlendirerek mücadeleye bir de bu alandan katkı sunmanın yanlış olmadığına inandım. Genelde bizim toplumda kitaba ve okumaya ilgi azdır. Edebiyatçılar hak ettikleri değeri görmezler. Bu vesileyle azıcık da olsa kitaba ve okumaya teşvik edebilmişsem, bu da benim için önemlidir.
Okul yıllarımdan beri resme ilgim ve yeteneğim vardı. Ama ben ressam falan da değilim. Sadece tuvali iyi boyuyorum. İyi bir boyacıyım en fazla. Sanatı da mücadelenin, yaşamın, bizi var eden değerlerin en önemli parçası olarak görmeyi hatırlatmak istedim sadece. Birçok genç arkadaşım için belki de rol model konumundayım. Bu misyonu olabildiğince ciddiyetle ele almaya çalışıyorum aynı zamanda.
Öyküleri günlerce, bazen aylarca kafamda kurguladım. Saatlerce havalandırmada kıvranarak yürüdüğüm de oldu. Ama hepsini geceleri sabaha karşı kaleme aldım. Yazmam gerektiği anı hissedebiliyorum. Kafamda olgunlaşınca gerisi kolay oluyor. Birkaç saatte kağıda dökülüyor. Sabah ilk iş Abdullah Zeydan’a okutuyorum. Onun da önerileri doğrultusunda demlemeye bırakıyorum, bir kaç gün sonra tekrar okuyup son halini veriyorum. Bunu da Sırrı Süreyya Önder’den öğrenmiştim. Edebiyatta iddialı olmasam da siyasi bir kişi olarak büyük bir risk alıyorum ve kendimi, düşüncelerimi kamuoyunun eleştirisine, acımasızca açık olan bir zeminde dile getiriyorum. Bu beni korkutmuyor, ama tedirgin oluyorum tabii. Yine de yaşamım boyunca hep en büyük riskleri göze alarak ilerledim. Son olarak bütün eleştiriler ve dayanışmalar için herkese teşekkür ediyorum.
Dünya
Nobel sahibi 41 yazar ve bilim insanından Erdoğan’a açık mektup
Published
6 sene agoon
28 Şubat 2018By
grihat

Dünyanın önde gelen yazar, akademisyen ve bilim insanları Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a Ahmet Altan, Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak’a destek veren bir mektup yazdılar. Nobel Ödülü sahibi 41 kişi, ortak mektuplarında Erdoğan’a şöyle seslendi:
“OHAL uygulamasının ivedilikle kaldırılması, hukuk devletine hızlı bir şekilde geri dönülmesi ve ifade özgürlüğünün yeniden tam ve eksiksiz olarak tesis edilmesi için çağrıda bulunuyoruz. Böyle bir adım Altan kardeşler ile Nazlı Ilıcak hakkında verilen kararların bozulmasına ve hızlı bir şekilde beraat etmelerine yol açacağı gibi, haksız yere tutuklu olanların da derhal tahliyesi ile sonuçlanacaktır. Ama bunlardan daha önemlisi, böyle bir adım Türkiye’yi tekrar özgür dünyanın onurlu bir üyesi hâline getirecektir.”
Romancı ve gazeteci Ahmet Altan, kardeşi iktisat profesörü ve gazeteci Mehmet Altan ve gazeteci Nazlı Ilıcak, yazıları ve konuşmaları nedeniyle “cebir ve şiddet kullanarak anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçundan 16 Şubat’ta ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırılmışlardı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hitaben yazılan ve K24 ile aynı anda Guardian gazetesinde de yayınlanan mektupta, Altan kardeşler ve Ilıcak aleyhine açılan dava, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri ile Birleşmiş Milletler İfade Özgürlüğü Özel Raportörü’nün görüşlerine atıf yapılarak eleştirildi.
Mektubu imzalayanlar arasında başta 2017 Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi Kazuo Ishiguro olmak üzere sekiz Nobel Edebiyat Ödülü sahibi, yedi Nobel Fizik Ödülü sahibi, 10 Nobel Kimya Ödülü sahibi, 12 Nobel Tıp Ödülü sahibi ve dört Nobel Ekonomi Ödülü sahibi bulunuyor. Ishiguro’nun yanı sıra, Tek Bacaklı Yolcu ve Keşke Bugün Kendimle Karşılaşmasaydım gibi romanlarıyla tanınan Romanya doğumlu Alman yazar Herta Müller, Michael Haneke tarafından beyazperdeye aktarılarak Cannes’da Jüri Büyük Ödülü’nü alan Piyanist romanının yazarı Avusturyalı Elfriede Jelinek, İkinci El Zaman, Kadın Yok Savaşın Yüzünde ve Çinko Çocuklar kitaplarıyla Türkçede okurla buluşan Belaruslu gazeteci yazar Svetlana Aleksiyeviç, Latin Amerika’nın yetiştirdiği en büyük romancı ve denemeciler arasında gösterilen Perulu Mario Vargas Llosa ve iki kere Man Booker Ödülü’ne de değer görülen Güney Afrikalı yazar J. M. Coetzee de mektuba imza attı. Ayrıca, Amerikalı saygın ekonomist Joseph Stiglitz, dünyanın yaşayan en önemli kimyagerlerinden biri olarak görülen Elias J. Corey, fotosentezle ilgili önemli keşiflerde bulunan kimyager Robert Huber ve Harmurt Michel, genetik alanında çığır açıcı çalışmalara imza atan biyolog Andrew Fire ve bilinen en ince, hafif ve sağlam malzeme olan grafenin mucidi fizikçi Andre Geim de mektubun imzacılarından.
Anayasa Mahkemesi’nin Mehmet Altan ve Şahin Alpay hakkındaki kararının uygulanmamasını “anayasaya aykırı” olarak niteleyen imzacılar, mektupta Erdoğan’ın da geçmişte bizzat ifade özgürlüğünü kullandığı için hapis cezasına çarptırıldığını hatırlatarak, “Bu, haksız, gayrimeşru ve zalim bir karardı. O zaman sizi savunan çok sayıda insan hakları örgütü, aynı ihlallerin bugün de işleniyor olmasını son derece sarsıcı bulmaktadır” ifadelerini kullandı.
Mektupta ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, 2009’da Çetin Altan’a Kültür ve Sanat Büyük Ödülü verilmesi onuruna düzenlenen törendeki “Türkiye büyük yazarlarını hapislerde süründüren o eski Türkiye değildir” sözleri hatırlatılarak şöyle dendi: “O gün sizi alkışlayan izleyiciler arasında Çetin Altan’ın iki oğlu da vardı: Ahmet ve Mehmet. Dokuz sene sonra, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldılar; bu sizce de amansız bir çelişki değil midir?”
Altanlar ve Ilıcak davasında çıkan ağırlaştırılmış müebbet kararına dünyanın önde gelen basın ve ifade özgürlüğü kuruluşlarından son derece sert eleştiriler gelmiş, kararın gözden geçirilmesi için Türkiye’ye çağrıda bulunulmuştu.
Ahmet Altan, bugünkü New York Times’da “Portrait of a Turkish Novelist as Prisoner” başlığıyla yayınlanan “Kendi kaderini yazan romancı” adlı denemesinde, hakkında “ağırlaştırılmış müebbet” kararı verilmesi üzerine, “Hayatım romanımı taklit ediyor. Kendi geleceğimi, gördüğümün kendi geleceğim olduğunu bilmeden lanetli bir kâhin gibi yıllarca önce görmüşüm” yazmıştı. (K24)
Nobel Ödülü sahibi 41 kişinin ortak mektubunun tam metnini sunuyoruz:
Ekselansları Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a Açık Mektup
Sayın Cumhurbaşkanı,
İfade özgürlüğü alanında dünyanın önde gelen otoritelerine göre, ülkenizde, yazarlar ve düşünürler sadece evrensel bir hak olan ifade özgürlüğü hakkını kullandıkları için, haksız bir şekilde tutuklanıyor ve mahkûm ediliyorlar. Bu durumun Türkiye Cumhuriyeti’nin itibarına ve vatandaşlarının onur ve refahına verdiği zarara dikkatinizi çekmek isteriz.
Dönemin Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Nils Muižnieks tarafından kaleme alınan Türkiye’de İfade Özgürlüğü Memorandumu (2017) şu konuda uyarıda bulunmuştu:
“Yargı kurumunun, gazeteciler, milletvekilleri, akademisyenler ve sıradan vatandaşların da dâhil olduğu toplumun geniş bir kesimine yönelik gitgide artan tacizleri ve hükümetin çoğulculuğu yok eden ve otosansürü çoğaltan eylemleri sebebiyle, Türkiye’deki demokratik tartışma zemini endişe verici bir biçimde daralmıştır. Her ne kadar bu kötüye gidiş, oldukça zor bir bağlamın sonucu olarak ortaya çıkmış olsa da, ne darbe girişimi, ne de Türkiye’nin karşı karşıya olduğu diğer terör tehditleri basın özgürlüğünü ve hukukun üstünlüğünü bu denli yok sayan tedbirlere gerekçe oluşturabilir. Yetkililer, ceza mevzuatını ve uygulamasını gözden geçirmek, yargı bağımsızlığını yeniden tesis etmek ve ifade özgürlüğünü koruma yönünde yeniden kararlı bir tavır göstermek suretiyle acilen bu gidişatı değiştirmelidir.”
Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri’nin endişesinin en açık örneği, gazeteci-yazar Ahmet Altan, ekonomi profesörü ve deneme yazarı kardeşi Mehmet Altan ile önde gelen bir gazeteci olan Nazlı Ilıcak’ın 15 Temmuz darbe girişiminin ardından yaşanan gözaltı dalgasının bir parçası olarak tutuklanmalarıdır. Bu yazarlar cebir ve şiddet kullanarak anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs ile suçlandılar. Savcılar ilk önce onları bir televizyon tartışma programında darbe destekçilerine “sübliminal mesajlar” vermekle suçlamak istediler. Ancak bunun kamuoyunda alay konusu olması üzerine suçlamayı “darbeyi çağrıştıran söylemlerde bulunmak” ile değiştirdiler. Hattâ, Türkiye’nin resmî Anadolu Ajansı davayı “Darbe Çağrışımı Davası” diye adlandırdı.
Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri’nin raporunda belirtildiği gibi, Ahmet Altan ile ilgili deliller, kendisinin 2012 yılına kadar genel yayın yönetmenliğini yaptığı Taraf gazetesinde 2010 yılında çıkan üç köşe yazısı ve katıldığı bir televizyon programında söylediklerinden ibarettir. Diğer sanıklar hakkındaki deliller de bir o kadar temelsizdir. Bu yazarların tümü meslekî kariyerleri boyunca her türlü darbe ve militarizme karşı tutum almışlardır, ancak buna rağmen silahlı bir terör örgütüne ve darbe girişimine yardım etmekle suçlanmışlardır. Avrupa İnsan Hakları Komiseri, Altan kardeşlerin tutuklanmasını ve yargılanmasını daha geniş bir çerçevede, Türkiye’de hükümete yönelik muhalif tavır alan ya da eleştiride bulunanlara karşı uygulanan baskının bir parçası olarak görmüştür. Bunun gibi tutuklamaların ve yargılamaların insan haklarını ihlal ettiği ve hukuk devletini zayıflattığı görüşünü dile getirmiştir. Birleşmiş Milletler İfade Özgürlüğü Özel Raportörü David Kaye de bu görüşe katılıp, davaları “göstermelik yargılamalar” olarak nitelemiştir.
Türkiye’nin Anayasa Mahkemesi de bu eleştiriye bizzat katılmıştır. Geçtiğimiz 11 Ocak’ta verdiği kararda, tutukluluk nedeniyle Mehmet Altan ve bir diğer gazeteci, Şahin Alpay’ın haklarının ihlal edildiğine ve tahliye edilmeleri gerektiğine hükmetmiştir. Ancak, birinci derece mahkemeler, üst mahkeme hüviyetindeki Anayasa Mahkemesi’nin kararını uygulamayı reddetmiş, bunun sonucunda da yargı, açıkça anayasayı ihlal etme suçunu işlemiştir. Bu gayrimeşru karar hükümet sözcüsü tarafından da desteklenmiştir. Sayın Cumhurbaşkanı, alt Ağır Ceza Mahkemesi’nin Anayasa’ya bu meydan okuyuşundan şüphesiz endişe duymuş olmalısınız.
Altan kardeşler ve Nazlı Ilıcak hakkında 16 Şubat 2018’de ağırlaştırılmış müebbet cezası verilmiş ve bu hükümle, gelecekte çıkabilecek bir aftan da yararlanmaları olanaksız hâle getirilmiştir.
Sayın Cumhurbaşkanı, bizler, bu mektubun imzacıları olarak, David Kaye’in şu görüşünü paylaşmaktayız: “Gazetecileri, darbe girişimi ile bağlantılarına dair herhangi somut bir delil göstermeden ve adil bir yargılamaya tâbi tutmadan sadece mesleklerini icra etmek nedeniyle ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptıran mahkeme kararı, gazeteciliği ve bununla birlikte Türkiye’de kalan ifade ve basın özgürlüğünü ölümcül bir biçimde tehdit etmektedir.”
Sayın Cumhurbaşkanı, zatıalileriniz de, 1998 yılının Nisan ayında, 1997’nin Aralık ayında bir miting sırasında okuduğunuz bir şiir nedeniyle yine TCK’nın 312. maddesi uyarınca İstanbul Belediye Başkanlığı görevinden azledilmiş, siyasetten men edilmiş ve 10 ay hapis cezasına mahkûm olmuştunuz. Bu, haksız, gayrimeşru ve zalim bir karardı. O zaman sizi savunan çok sayıda insan hakları örgütü, aynı ihlallerin bugün de işleniyor olmasını son derece sarsıcı bulmaktadır. Uluslararası Af Örgütü, Uluslararası PEN, Gazetecileri Koruma Kurulu, Article 19 ve Sınır Tanımayan Gazeteciler aynı şekilde bugün de bu mahkeme kararlarına karşı çıkıyorlar.
2 Şubat 2009’da Çetin Altan’ın onuruna düzenlenen bir ödül töreninde kamuoyunun önünde “Türkiye büyük yazarlarını hapislerde süründüren o eski Türkiye değildir –o dönem artık geride kaldı,” dediniz. O gün sizi alkışlayan izleyiciler arasında Çetin Altan’ın iki oğlu da vardı: Ahmet ve Mehmet. Dokuz sene sonra, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldılar; bu sizce de amansız bir çelişki değil midir?
Sayın Cumhurbaşkanı, bu mektubun imzacıları olarak biz Nobel Ödülü’ne layık görülmüş yazar ve bilim insanları, Türkiye’de yaşayan çok sayıda kişinin, müttefiki olduğunuz ülkelerin, üyesi olduğunuz uluslararası kuruluşların paylaştığı derin endişeleri dile getiriyoruz. OHAL uygulamasının ivedilikle kaldırılması, hukuk devletine hızlı bir şekilde geri dönülmesi ve ifade özgürlüğünün yeniden tam ve eksiksiz olarak tesis edilmesi için çağrıda bulunuyoruz. Böyle bir adım Altan kardeşler ile Nazlı Ilıcak hakkında verilen kararların bozulmasına ve hızlı bir şekilde beraat etmelerine yol açacağı gibi, haksız yere tutuklu olanların da derhal tahliyesi ile sonuçlanacaktır. Ama bunlardan daha önemlisi, böyle bir adım Türkiye’yi tekrar özgür dünyanın onurlu bir üyesi hâline getirecektir.
Svetlana Aleksiyeviç (2015 Nobel Edebiyat Ödülü)
Philip W. Anderson (1977 Nobel Fizik Ödülü)
Aaron Ciechanover (2004 Nobel Kimya Ödülü)
J.M. Coetzee (2003 Nobel Edebiyat Ödülü)
Claude Cohen-Tannoudji (1997 Nobel Fizik Ödülü)
Elias J. Corey (1990 Nobel Kimya Ödülü)
Peter Diamond (2010 Alfred Nobel’in Anısına Ekonomi Bilimlerinde The Sveriges Riksbank Ödülü)
Gerhard Ertl (2007 Nobel Kimya Ödülü)
Albert Fert (2007 Nobel Fizik Ödülü)
Edmond H. Fischer (1992 Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü)
Andrew Z. Fire (2006 Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü)
Andre Geim (2010 Nobel Fizik Ödülü)
Sheldon Glashow (1979 Nobel Fizik Ödülü)
Serge Haroche (2012 Nobel Fizik Ödülü)
Oliver Hart (2016 Alfred Nobel’in Anısına Ekonomi Bilimlerinde The Sveriges Riksbank Ödülü)
Leland H. Hartwell (2001 Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü)
Richard Henderson (2017 Nobel Kimya Ödülü)
Dudley Herschbach (1986 Nobel Kimya Ödülü)
Avram Hershko (2004 Nobel Kimya Ödülü)
Robert Huber (1988 Nobel Kimya Ödülü)
Roald Hoffmann (1981 Nobel Kimya Ödülü)
Tim Hunt (2001 Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü)
Kazuo Ishiguro (2017 Nobel Edebiyat Ödülü)
Elfriede Jelinek (2004 Nobel Edebiyat Ödülü)
Eric Kandel (2000 Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü)
Eric S. Maskin (2007 Alfred Nobel’in Anısına Ekonomi Bilimlerinde The Sveriges Riksbank Ödülü)
Hartmut Michel (1988 Nobel Kimya Ödülü)
Herta Müller (2009 Nobel Edebiyat Ödülü)
V.S. Naipaul (2001 Nobel Edebiyat Ödülü)
William D. Phillips (1997 Nobel Fizik Ödülü)
John C. Polanyi (1986 Nobel Kimya Ödülü)
Richard J. Roberts (1993 Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü)
Randy W. Schekman (2013 Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü)
Wole Soyinka (1986 Nobel Edebiyat Ödülü)
Joseph Stiglitz (2001 Alfred Nobel’in Anısına Ekonomi Bilimlerinde The Sveriges Riksbank Ödülü)
Thomas C. Südhof (2013 Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü)
Jack W. Szostak (2009 Nobel Fizyoloji veya Tıp)
Mario Vargas Llosa (2010 Nobel Edebiyat Ödülü)
J. Robin Warren, (2005 Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü)
Eric F. Wieschaus (1995 Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü)
Torsten Wiesel (1981 Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü)
Kitap
Türkiye’de televizyon ve internet için 9 saat, kitap için bir dakika harcanıyor
Published
6 sene agoon
5 Kasım 2017By
grihat

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) geçen yıl yayınladığı verilere göre, Türkiye’de kitap okumaya kişi başına ayırılan süre günde yalnızca bir dakika. Buna karşın, televizyon izlemeye 6 saat, internete 3 saat harcanıyor.
İstanbul’da dün 36’ncısı açılan Uluslararası Kitap Fuarı’nın 9 gün içinde en az yarım milyon kişinin ziyaret etmesi bekleniyor. Yayıncılara göre, İstanbul’daki fuar dünyanın en çok ziyaretçi çeken kitap fuarı. Ama, Türkiye’de düzenli kitap okuyanların oranı neredeyse binde bir. Bu oran, en fazla kitap okuyan ülkelerin başında gelen İngiltere ve Fransa’da yüzde 21, Japonya’da yüzde 14, ABD’de yüzde 12 civarında.
UNESCO: Türkiye, kitap okuma oranında 86’ıncı sırada
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) verilerine göre Türkiye, kitap okuma oranında dünyada 86’ncı sırada, yoksul Afrika ülkeleriyle aynı kategoride. TÜİK’e göre ise Türkiye’de kitap, ihtiyaç listesinin 235’inci sırasında yer alıyor. Dünyada kitap için kişi başına harcanan para ortalama 1,3 dolarken, Türkiye’de çeyrek dolar.
Kitap
İstanbul Kitap Fuarı kapılarını 36’ncı kez açtı
Published
6 sene agoon
4 Kasım 2017By
grihat

Türkiye’nin en önemli kültürel etkinliklerinden biri olarak anılan Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı, bugün 36’ncı kez kapılarını açtı. İstanbul Kitap Fuarı, yarım milyona yakın ziyaretçisiyle dünyada en çok okurun ziyaret ettiği kitap fuarı.
DW’den Kürşat Akyol’un haberine göre Türkiye Yayıncılar Birliği ve Tüm Fuarcılık Yapım (TÜYAP) şirketinin işbirliğiyle düzenlenen fuar, 9 gün boyunca, yaklaşık 850 yayınevi ve sivil toplum örgütünün katılımıyla düzenlenecek 300 civarında panel, söyleşi, atölye çalışması ve çocuk etkinliklerine ev sahipliği yapacak. 2 binden fazla imza gününde, yazarlar ve okurlar bir araya gelecek. Fuarın bu yılki onur konuğu Güney Kore başta olmak üzere, toplam 17 ülkeden 100’e yakın yabancı yayıncı firma İstanbul Kitap Fuarı’nda ağırlanacak.
Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı Kenan Kocatürk’e göre, Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı yalnızca kitap satılan bir yer değil. “Fuarı böyle cazibeli bir halde tutan şeylerden biri, bir demokrasi şenliği olması” diyor Kocatürk, “Her fikirden insanın gelip orada paneller yaptığı, etkinlikler düzenlediği, her fikirden yazarın kitaplarını imzaladığı bir yer bu fuar. Her türden okurun kendi yazarını, kitabını bulabildiği, onlarla buluşabildiği nadir yerlerden biri.” Kocatürk’ün verdiği bilgiye göre, bu yıl fuarda 200 bini aşkın kitap sergilenecek.
Fuarın teması: İyi ki Varsın Edebiyat
Fuarın bu yılki ana teması, “İyi ki Varsın Edebiyat”. TÜYAP Kültür Fuarları Genel Koordinatörü ve yazar Deniz Kavukçuoğlu, bu temanın seçilmesinin nedeni hakkında, “Türkiye’nin bugünkü sosyal ve ekonomik koşullarında hayatı en iyi anlatabilecek alan edebiyat. Edebiyat olmasa ne anlatacağız? Nasıl anlatacağız? Bu nedenle bu temayı seçtik” diyor.
36. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’nın bu yılki onur yazarı ise Ayla Kutlu. Kavukçuoğlu, Kutlu’yu şu sözlerle anlatıyor: “Ayla Kutlu, genelde toplumun orta ve alt kesimlerini, yani bir dönem Alman yazar Günter Wallraff’ın ‘En Alttakiler’ diye tarif ettiği o kesimin yazarı. Emeklilerin, memurların, orta halli ailelerin, yoksulların romanlarını yazan bir yazar.”
Kutlu, fuar süresince çeşitli panel ve söyleşilerde okurlarıyla buluşacak. Yazar için bir armağan kitap hazırlandı. Fuarda, “İnsanlığın Öbür Yarısının Yazarı Ayla Kutlu” başlıklı, seçme metin ve fotoğraflardan oluşan bir de sergi yer alacak.
Onur konuğu Güney Kore
İstanbul Kitap Fuarı’nın onur konuğu Güney Kore’den, kitapları Türkçe’ye çevirilmiş ve çevirilmek üzere olan yazarlar da, Türkiye’deki okurlarıyla bir araya gelecek. Türkiye ile Güney Kore ilişkilerinin 60’ıncı yılında fuarın konuk ülke teması, “İpek Yolunun İki Ucu: Türkiye ve Kore”. Bu kapsamda, Güney Kore’nin yayıncılık ve kültürünü tanıtan özel sergiler ve bir dans performansı var.
TÜYAP yöneticisi Deniz Kavukçuoğlu, Güney Kore’nin Türkiye tarihinde özel bir yeri olduğunu hatırlatıyor. Türkiye, Soğuk Savaş döneminin ilk uluslararası sıcak çatışması olan Güney ve Kuzey Kore arasındaki savaşa, Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında yaklaşık 5 bin askerle katılmış, 750’ye yakın askerini yitirmişti. 1950-1953 yılları arasındaki savaş sürecinde Türkiye, 1952 yılında Kuzey Atlantik İttifakı NATO’ya üye olmuştu.
(DW)




Tutuklanan TTB Başkanı Fincancı’nın sözleri ‘ifade özgürlüğü’ kapsamına girer mi?



Saldırılar sonrası Uber’den ilk açıklama


Erdoğan’dan IMF’ye: Türkiye’yi yönetecek birisi varsa o da benim; sen sadece paranı al!
Çok Okunanlar
-
Arka Sayfa6 sene ago
Nefes kesen derbide 4 gol, 3 kırmızı kart…
-
Gündem6 sene ago
Saldırılar sonrası Uber’den ilk açıklama
-
Dünya6 sene ago
ABD’li sözcüye soruldu: YPG, Suriye ordusu ile bir olup Türklere saldırırsa…
-
Öne Çıkanlar6 sene ago
Erdoğan’dan IMF’ye: Türkiye’yi yönetecek birisi varsa o da benim; sen sadece paranı al!