Connect with us

Öne Çıkanlar

“HDP’nin cumhurbaşkanı adayı, Selahattin Demirtaş olabilir”

Published

on

4 Kasım 2016’dan bu yana Edirne F Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan Demirtaş, 8 yıldır üstlendiği HDP Eş Genel Başkanlığı görevini bırakmıştı.

Öztürk’ün “HDP seçim ittifakı yapacak mı?” başlığıyla (28 Şubat 2018) yayımlanan yazısı şöyle:

Ayhan Bilgen Mazlum-Der Genel Başkanlığı, Gündem ve Evrensel gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı. Kars’tan HDP milletvekili olarak seçildi. Halen, parti sözcülüğü görevini de yürütüyor. Bilgen de, Silivri Cezaevi’nde 8 ay yattı. Orada bulunduğu dönemde iki kitap yazdı. Yeni kitabında cezaevi penceresinden Türkiye’ye bakış var. Kitap “Ya Adanmış Siyaset Ya Toplumsal Felaket” adını taşıyor.

Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaştıkça, HDP’liler üzerinde de yeni beklentiler oluşturulmaya çalışılıyor. Seçim sonrası yeniden “yumuşama dönemine girileceği”belirtiliyor. Böylece seçimde, Kürt kökenli seçmenlerin muhalefette pozisyon almaması amaçlanıyor. AKP’ye karşı olan seçmenin, Cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci tura kalırsa sandığa gitmemesi de amaçlanıyor.

Tedirgin etme politikası

AKP, kendi koalisyonlarını ilan ederken, bu ittifakta yer almayan diğer siyasi partilere de adeta “yol haritası” belirlemeye çalışıyor. Bilgen de bu durumu, “İktidarın, muhalefeti dizayn etme planlaması” olarak niteliyor. Bilgen, sohbetimizde şunları anlatıyor:

“AKP-MHP koalisyonuna, resmi olmasa da BBP, Hüda-Par’ın da katılması onların kendi tercihidir. AKP’liler ‘Koalisyonlar kötüdür, koalisyon dönemi kapatılacak’ diyordu. Seçime daha uzun süre varken, fiili koalisyonu resmileştirme çabası ciddi bir çelişki. Bu çelişkiyi örtmek için de muhalefeti tedirgin etmek ya da erken ilanlara zorlama yolu tercih ediliyor.”

Elbette ilkesel, açık her türlü işbirliği, öncelikle toplumsal fayda gözetilerek demokrasiyi, birlikte yaşamayı güvence altına almak için kaçınılmaz olacaktır. Ama bunun hangi aşamada olması gerektiğine karar verecek olanlar da muhalefetin kendisidir.

Kamplaştırma politikası

AKP, Cumhurbaşkanlığı seçiminin iki kutuplu olmasını öngören siyaset izliyor. Yani iki adayın yarışmasını istiyor ve bu yüzden diğer siyasi partileri de ittifaka zorluyor. HDP Sözcüsü Ayhan Bilgen şunları anlatıyor:

“Cumhurbaşkanlığı seçiminin özellikle birinci turunda iki kutuplu siyaset planı var. Bu durum, kamplaştırma siyasetinin bir parçasıdır. Her siyasi parti Cumhurbaşkanlığı için aday göstermeli. İkinci turda seçim kendi doğallığında gelişecek olan sağlıklı buluşmaları, erken doğuma zorlamak, öcüleştirerek, sabote etmek siyasi entrika olarak gözükmektedir.”

CHP’nin, HDP ile ittifak kurması için AKP’nin büyük çabası var. Ancak, ne CHP, ne de HDP’nin Cumhurbaşkanlığı seçiminde ittifak oluşturma gibi bir niyetleri yok. Her iki parti de aday çıkaracak. HDP’nin Cumhurbaşkanı adayı da, halen tutuklu bulunan partinin önceki genel başkanı Selahattin Demirtaş hakkında verilecek karara bağlı. Demirtaş’ın seçime katılmasına engel oluşturacak mahkumiyeti halinde başka aday çıkarılacak.

Seçim ve sandık güvenliği

Bilgen, Olağanüstü Hal (OHAL) koşullarında seçimin, sandık güvenliğinin, eşit yarışın ne kadar mümkün olduğuna odaklanılması gerektiğini belirtiyor ve şöyle devam ediyor:

“Her an seçim olacakmış havası bilinçli olarak verilerek OHAL sürecinin de olağanüstü yetki kullanım alışkanlığı sıradanlaştırılıyor, normalleştiriliyor. Muhalefet, bugün seçim ittifaklarını tartışmaktan çok Türkiye’nin OHAL bahanesiyle keyfi yönetimde tutulmasıyla yüzleşmeli ve bunu aşacak bir iradenin gelişmesine odaklaşmalı. Çocuk istismarı gibi bütün toplumun üzerinde kolayca uzlaşabileceği bir alanı bile zina tartışmasıyla manipüle etmek, şeker fabrikalarıyla ilgili tepkiyi, hayali 300 koyun verileceği vaadiyle örtmeye çalışmak neyse, OHAL ortamında şaibeli bir seçimi de ittifak-koalisyon tartışmalarıyla örtmek aynı yöntemin yansımasıdır.”

Tahliye kararı ve sonrası

Silivri 9. Cezaevinde yaklaşık 8 ay geçiren Ayhan Bilgen, cezaevinin en belirgin politikasının “kimse kimseyi görmesin, konuşmasın” olduğunu belirtiyor, diğer odalarda bulunanlarla tek haberleşmenin havalandırmada bulunan logarlar olduğunu, hatta, gazetelerdeki bazı yazılar da diğer odada bulunanların duyması için logara eğilip okunuyormuş.

Bilgen hakkında tahliye kararı verildiğinde, karar TRT dahil izlenen televizyonlarda alt yazı olarak geçiyordu. Ancak, tahliye işlemleri için ne gelen vardı, ne giden. İnfaz koruma memurları da kendilerine bir şey gelmediğini söylüyordu. Bilgen, gece otoban gişelerinin önüne elinde çöp torbalarına doldurulmuş eşyalarıyla bırakıldı. O gün yapılan bu hareketi hiç unutmadı. Kendisine de “yanlışlık olmuş” denilmekle yetinilmiş.

Gündem

Saldırılar sonrası Uber’den ilk açıklama

Published

on

By

Akıllı telefonlar üzerinden araç çağırma şirketi Uber‘den İstanbul’daki taksicilerin saldırılara ilişkin olarak açıklama geldi. Şirketin global merkezinden yapılan açıklamada, “Önceliğimiz bu zor zamanlarda, Uber sürücü ortaklarımızın yanında durmak, onlara gereken hukuki yardımı sağlayıp destek olmaktır” dendi.

Hürriyet’ten Ahmet Can’a yapılan açıklamada “Türkiye’deki operasyonlarımıza, sorumlu bir iş ortağı olarak, sonuna kadar bağlıyız. En çok önem verdiğimiz konuların başında, yerel paydaşlarla beraber çalışarak, birlikte daha akıllı ve çevre dostu şehirler yaratmak geliyor. Buna taksiciler de dahil olduğu için taksi ürünümüz mevcut” dendi.

SAYI 2 BİNİ AŞTI

Ayrıca şirketten yapılan açıklamada Uber’in bulunduğu tüm ülkelerde yerel regülasyonlara uygun olarak faaliyet gösterildiği ve her ülkenin vergi düzenlemelerine uyulduğu vurgulandı.

2014 yılında Türkiye’ye açılan Uber, şu anda iki farklı araç tipiyle hizmet veriyor. Bunlardan biri Mercedes Vito gibi lüks hafif ticari araçlar. Diğeri de taksi platformu. Şirketten paylaşılan bilgilere göre taksi platformunda hizmet veren taksilerinin sayısı 2 bini aştı.

Continue Reading

Öne Çıkanlar

Erdoğan’dan IMF’ye: Türkiye’yi yönetecek birisi varsa o da benim; sen sadece paranı al!

Published

on

By

AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Suriye’de yaşanan çatışmalarla ilgili olarak NATO‘ya tepki gösterdi. “Yeri geldi Afganistan’da olduk Somali’de olduk şu anda Suriye’de bu olaylar yaşanırken, ey NATO sen ne zaman olacak da gelip bizim yanımızda yer alacaksın?” diyen Erdoğan, IMF‘ye de “Türkiye’yi yönetecek birisi varsa o da benim; sen sadece paranı al” diye seslendi.

Bolu’da partisinin 6. olağan il kongresinde konuşan Erdoğan’ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

“Suriye ve Irak sınırlarımız boyunca terör koridoru oluşturmak isteyenler yüzlerindeki maskeleri indirip niyetlerini ifşa ettiler. Kimsenin ummadığı operasyonları başlattık. Müttefikimiz dediğimiz güçlere bakışı sahadaki eylemlere göre yeniden belirledik. NATO’nun üyesiyiz. Yeri geldi Afganistan’da olduk Somali’de olduk şu anda Suriye’de bu olaylar yaşanırken, ey NATO sen ne zaman olacak da gelip bizim yanımızda yer alacaksın? 911 kilometre burada bizim sınırımız var, sürekli terör örgütleri bizi taciz ediyor, Suriye rejimi aynı şekilde bu yollara başvuruyor. Peki sen ne zaman ortaya çıkacaksın, devamlı ben bunları mı söyleyeceğim? Şu ana kadar hala olumlu bir ses söz yok.

“Biz iktidara geldiğimizde de attığımız her adımda bize olmaz dediler, yapamazsınız dediler, başaramazsınız dediler. Daha ileri gidip ‘haddinizi aşmayın ha’ dediler. IMF’nin bize dediği laf ‘olmaz’. Ne olmaz? Sen paranı alıyor musun, alıyorsun. Bizden sonra borç istedi. Arkadaşlar “Verelim mi?” dedi, “Verin” dedim. Bugün borç alan yarın emir alır.

(IMF’ye) Türkiye’yi yönetecek birisi varsa o da benim. Sen sadece paranı al.”

Continue Reading

Öne Çıkanlar

“Canan Karatay’ı görünce üzülüyorum, depresyonu turşuyla çözmek gibi önerileri tartışmak istemiyorum”

Published

on

By

2015’te Uluslararası Diyabet Federasyonu tarafından verilen diyabet alanında ‘Yılın Bilim Adamı’ ödülünü alan Yılmaz, “Şeker fabrikalarının özelleştirilmesine de pancar üretiminin sınırlandırılmasına da karşıyım. Üretim ağırlığının nişasta bazlı şekerlere kaydırılmasını doğru bulmuyorum” ifadesini kullandı.

Temel Yılmaz’ın Habertürk’ten Kübra Par’ın sorularına verdiği yanıtların ilgili bölümü şöyle:

– Canan Karatay, son günlerde depresyon ilaçlarıyla ilgili açıklamasıyla gündemde. İstanbul Tabip Odası’nın Karatay’a para cezası kesmesine ne diyorsunuz?

Canan Hoca’nın açıklamalarını artık biraz üzüntüyle izliyorum. Depresyonu sadece bağırsaklara ve faydalı-zararlı bakterilere bağlamak, sorunu turşu yiyerek çözmek gibi önerleri de tartışmak istemiyorum! Sorun bu tür talkshow türü yorumlardan çok daha ciddi. Sadece bizim toplum değil, dünyadaki tüm toplumların sorunu. Hekimler arasındaki bu tür tartışmaların yeri medya değil, olmamalı. Bir hipoteziniz varsa, bununla ilgili olarak bir araştırma yaparsınız. Oturup araştırmayı kaleme alırsınız, sonra bu çalışmayı hakemli dergilerden birisine gönderirsiniz. O arada da bir bilimsel kongrede sunmak istersiniz. Oradaki sunumda konunun uzmanları sizi dinler, onayladıkları noktalarda onaylar, akıllarına yatmayan noktalarda da sorularını sorar. Ondan sonra o düzeltmelerini yapar. Yayın, hakemli bir dergide çıkar. Bu artık uluslararası standartlarda yapılmış bir araştırmadır ve herkes bunu uygular.

– Karatay’a temel eleştiriniz, araştırma bulgularını önünüze koymadan konuşması mı?

Evet, somut kanıtlar olmadan konuşmamalı.

– Siz Karatay’ın şeker yükleme testine karşı çıkmasını da eleştiriyorsunuz değil mi?

“Şeker yükleme testini yaptıranların çocukları şeker hastası olur, kalbi delik olur” diyorsanız, bunu kanıtlamanız lazım. Tıpta gelişigüzel konuşma hakkınız yok. İnsan hayatıyla ilişkili olarak karar veren ve daha sonra hesap sorulmayan mesleklerden biri hâkimlik, diğeri de hekimlik. Bir hasta, gelip sizi bir otorite olarak aldığı zaman, ağzınızdan çıkacak her kelimeyi izler. Söylediğiniz bir kelimeye takılır, sabaha kadar uyumaz. Canan Hoca’nın, glikoz tolerans testi yapılmış annelerin çocuklarının verilen glikoza bağlı olarak diyabet olduğuna dair kendi klinik araştırmasını ya da literatüre ilişkin araştırmasını bekliyorum. Baktım ama bulamadım.

– Ama Karatay depresyon ilaçlarının aşırı yaygınlaşmasını eleştirmekte haklı değil mi?

Depresyon ilaç tüketiminin aşırı olduğuna katılıyorum. Bunun temel nedeni, gelişen teknolojinin insanlara getirdiği yeni hayat modeli. İnsanlar artık çok daha uzun saatler çalışıyor, daha uzun süre kapalı ortamlarda kalıyor, daha hareketsiz ve daha stresli. Mesaj-mail trafiği de düşük yoğunluklu stresi tüm güne yaydı. İnsanlar artık sürekli çalışan, sürekli izlenen ve sürekli uyarı ve emirlerle sürekli yönetilen modern köleler haline geldi ve tüm toplumlarda depresyon patladı. İlaç kullanımı da arttı. Ancak bu durum tek başına bu kadar aşırı ilaç kullanımını izah etmez. Sorunu psikoterapik rehabilitasyonlarla çözümlenebilecek birçok insan hemen ilaca yönlendiriliyor. Aşırı miktarda gereksiz, indikasyonsuz ilaç tüketimi var. Bu ilaçlar duyguları etkileyen ilaçlar, stres ve üzüntüleri azaltırken sevinç ve mutlulukları da buduyor. Çalışma koşullarının biraz daha düzeltilmesi, işyerlerinde çalışana psikolojik danışmanlık sağlanması gibi önlemler, sorunların çözümünde çok önemli rol oynayabilir.

Continue Reading

Çok Okunanlar