15 Temmuz darbe girişiminin ardından Gülen Cemaatine yönelik operasyonlar neticesinde kesin sayısı bilinmeyen on binlerce insan Kanun Hükmünde Kararname ile işinden atıldı. Gerekçeler bazen isimsiz bir ihbar mektubu, bazen Bylock programı ya da cemaat yanlısı bir dernek ya da sendikaya üyelik oldu. Tabii birde daha ciddi suçlamalar ile tutuklananlar var. Çoğunluğu muhafazakâr dünyanın mensubu bu insanlar sol camianın onlarca yıla yayılan insan hakları mücadelesinin dışında kaldıklarından seslerini çok duyuramadılar. Muhafazakâr camianın insan hakları derneklerindeki değişimden sonra da bu derneklerde kapılarını bu insanlara kapattı. Yeni Asya gazetesi Said-i Nursi geleneğini izleyen çizgisiyle bu kesimin itirazlarını iletebileceği bir medya organı oldu.
Mağdurları dinlerken kendisi de mağdur oldu
Duvar’dan Sadık Güleç’in yaptığı habere göre Yeni Asya Gazetesi’nde N.Nur Ener bu mektupları okuyup bir kitap haline getirme düşüncesiyle derlemeye başladı. Ancak onun bu çabası geçtiğimiz Mart ayında yapılan bir ihbarla cemaat üyesi olduğu gerekçesiyle tutuklanmasının ardından kesintiye uğradı. Yeni Asya gazetesi tutuklanan editörleri Naciye Nur Ener’in yaptığı çalışmayı devam ettirip kitabını yayımladı. Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Kazım Güleçyüz kitabın tanıtım toplantısında yaptığı konuşmada Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’nde olan N.Nur Ener’e kendi yazdığı kitabının verilmediğini ve gazetelerinin de içeri alınmadığını belirtiyor. Kitaba ismini veren üç dal papatya ise cezaevindeki babasına papatya götüren bir çocuğun çiçeklerine el konmasını anlatan gazeteye gelen mektuplardan birinde geçiyor.
Neden ihraç edildiklerini bile bilmiyorlar
Üç Dal Papatya haksız yere işten çıkartıldıklarını, tutuklandıklarını, dışlandıklarını düşünen yüzlerce kişinin yazdığı mektuplardan oluşuyor. Öğretmenler, polisler, devlet memurları, öğrencilerin mektupları mevcut. Hepsinin ortak özelliği bürokrasinin tepelerinde olmayan aylık maaşı ile geçinen, çoğunluğu üye oldukları sendikaya, derneğe hatır gönülle üye yapıldıklarını ilk fırsatta ayrıldıklarını söyleyen sıradan insanlar olmaları.
Bazıları faizsiz diye Bank Asya’da hesap açtırmış, bazıları nasıl üye olduklarını dahi hatırlamadıkları derneklere kayıtlı oldukları için, bazıları ise isimsiz ihbar mektupları ile işlerinden olmuşlar.
İşlerinden KHK ile atılanların en büyük itirazını öğretmenlik mesleğinden çıkartılan bir kişinin yazdığı şu kısa mektup aktarıyor:
Yaşadığım mağduriyetler:
1- Meslekten ömür boyu men
2- Diplomanın iptali
3- Özelde hiçbir sigortalı işte çalışmama yasağı
4- FETÖ terör örgütü olarak anılma
5- 79 milyon insana beni terörist gibi ilan etme
6- Halkın bana kötü gözle bakması
7- Yargısız infaz
Öğretmen KHK ile işten çıkartılan binlerce insan gibi “neden ihraç edildiğini” bilmediğini ve kendisine bunun söylenmediğini belirtiyor. Bu durumda kendisini savunmasının da önü kapatılmış oluyor.
Olmayan derneğe üye oldu diye ihraç ettiler
Kitaptaki mektupların hepsi aynı zamanda birer öykü. Her öykü gibi trajik olanların yanında komediye dönüşenler de var. Tam 79 gün gözaltında kaldıktan sonra serbest bırakılan cemaat üyeliği ile suçlanan bir öğretmen gözaltında kendisine sorulan soruların peşine düşmüş. Öğretmene sorgusunda neden Fen Eğitimi Yapan Okulları ve Öğrencilerini Koruma Derneğine üye olduğu sorulmuş. Böyle bir dernekten haberi olmadığını söyleyen öğretmen kendisini sorgulayan polisten “Hem üye oluyorsun hem bilmiyorsun öyle mi?” cevabını alınca serbest bırakıldığında ilk işi bu derneğin peşine düşmek olmuş. Ancak çevresindeki öğretmen arkadaşları da böyle bir derneği duymadıklarını söylemişler.
Bunun üzerine gözaltına alındığı Kastamonu Emniyeti’nin Dernekler Masası’na başvurmuş. Meslekten ihraç nedenlerinden birisinin bu derneğe üyelik olduğunu söyleyen KHK mağduru öğretmene polisler Kastamonu’da böyle bir dernek olmadığını söyleyerek Ankara Dernekler Masası’na başvurmasını tavsiye etmişler. Devletin başkentinde yaptığı yazılı başvuruya gelen cevap ise durumu daha da karışık hale getirmiş. Gelen yazıda “altta Ek-1 ile cevap verildiği, onunda altında ek-1’in gönderilmediği” cevabı varmış.
Öğretmen mektubunda devlet bürokrasisinde cemaat üyeliği’nin gerekçesi sayılan derneği arama ve istifa etme çabasını uzun, uzun anlatıyor. Ancak umudunu kestiği bir gün fen lisesinde müdürlük yapmış olan arkadaşına bahsetmesi ile derneğin akıbetini öğreniyor. Arkadaşı “Ben kurdum” cevabını vermiş. Okul müdürü 2005 yılında bir grup öğretmen ile derneği kurmuş ve yakın bulduğu öğretmenlerin bazılarını onlara haber vermeden üye yapmış. Ardından faaliyeti olmayan derneği kısa bir süre sonra feshetmişler. Derneğin niye cemaatçi sayıldığı ise elbette bir gizem olarak kalmış. Ancak derneği bulması mesleğe geri dönmesini sağlamamış.
İşinden olanlar yalnızca devlette memur olanlar değil. KHK ile atılan bir belediye işçisi valilikte kurulan komisyona itiraz ettiğinde yetkilinin “Sanki tek elden çıkmış dilekçeler var” diyerek başvurularda cemaat parmağı imasında bulunduğundan şikâyet ediyor. Annesi, babası ve üç çocuğuna bakmak zorunda olduğunu söyleyen işçi “Ben internetten baktım, ne yazabilirim diye. Valilikte dilekçeyi verirken dikkatimi çeken orada dilekçe yazanların da aynı sitede yazılanları birbirlerine söylemesi. İnsanlar şaşkınlık içinde ne yapacağını bilemez durumda” diyor.
28 şubat’ta da mağdurlardı şimdi de
Kitapta yer alan mektuplarda özellikle kadın mağdurlar benzer bir durumu 28 Şubat sürecinde de yaşadıklarını söylüyorlar. Diyanet İşleri Başkanlığı’nda çalışan kadın hafız 28 Şubat sürecinde başörtülü resminden dolayı okuyamadığını belirterek şöyle diyor:
“Mesleğe başladığım 2011 yılından 20 Temmuz 2016 tarihinde açığa alınmama kadar geçen sürede Erzurum’un -30 derece soğuğunda gidilmedik dağ köylerine gittim. Allah’ı, kitabı anlattım, gitmeliydim, çünkü bu benim vazifemdi. Belki de oralardaki insanların hepsi ilk defa resmi bir kurumun kadın hocasını görüp sohbetini dinliyorlardı, devletin onlara da değer verdiğini görüp seviniyorlardı.”
İftira at, mesleğe dön
Kitapta KHK ile işten atılanlar içinde en büyük grubun öğretmenler olduğu görülüyor. Bunun en önemli nedeni ise yazılan mektuplardan çıkan sonuca göre bu öğretmenlerin Aktif-Sen adlı sendikaya üye olmaları. Anlaşıldığı kadarı ile meslekten atılma için bu sendikaya üyelik yeterli görülmüş. Sendikaya üye olduğu için işinden olduğunu söyleyen öğretmen içinde bulunduğu çıkmazı şu cümlelerle ifade etmiş:
“Beni soruşturmalarını istiyorum. 14 yıl aynı okulda çalıştığım meslektaşımın hatrını kırmamak için üye olmuştum. Şimdi de diyorlar ki, mobbing yaptı, diye savcılığa şikâyet etmeliymişim, ancak böyle dönebilirsiniz diyorlar… Bunların gündelik hayat gerçeklerinden haberleri yok mu? Ben bu insanın bir kötülüğünü görmedim. Ne diyeceğim savcıya, iyi insandır, melek gibidir, kimseyi kırmaz… İyi olduğu için davacıyım mı diyeyim? Yoksa beni kandırdı deyip iftira mı atmış olayım ona? Sizce hangisi uygun?”
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın “terör propagandası” yaptığı suçlamasıyla tutuklanması bir kez daha ifade özgürlüğünün ne olduğu, kapsamı ve sınırları hakkında tartışmaların başlamasına yol açtı.
Şebnem Korur Fincancı, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hakkında yürütülen soruşturma kapsamında dün “terör örgütü propagandası” yapmak ve “Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, devletin kurum ve organlarını aşağılamak” suçlamalarıyla tutuklandı.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı bugün Fincancı ve TTB merkez yönetiminin görevden alınmasını da istedi.
Fincancı 20 Ekim’de PKK’ya yakın Medya Haber TV’de katıldığı bir yayında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin PKK’ya karşı “kimyasal silah kullandığı” iddialarıyla ilgili değerlendirmelerde bulunmuş, iddiaların bağımsız heyetlerce incelenmesi gerektiğini söylemişti.
TSK, KUZEY IRAK OPERASYONLARINDA KIMYASAL SILAH KULLANDI IDDIASI
18 Ekim’de PKK’ya yakın medya organlarında TSK’nın Kuzey Irak’taki bazı operasyonlarda “kimyasal silah kullandığı” öne sürüldü, iddiaya dayanak olarak çeşitli görüntüler paylaşıldı.
Şebnem Korur Fincancı iki gün sonra PKK’ya yakın Medya Haber TV’de katıldığı bir yayında, ortada bu tür iddiaların ve ölümün olduğu bir durumda, Birleşmiş Milletler’in Minnesota Protokolü ilkeleri gereği, bu iddiaların bağımsız heyetlerce incelenmesi gerektiğini söyledi ve şu ifadeleri kullandı:
“Görüntüleri daha önce de bir hekim olarak incelemiştim ve belli ki sinir sistemini doğrudan tutan toksik gazlardan, zehirli gazlardan, kimyasal gazlardan biri kullanılmış durumda.”
Minnesota Protokolü, adli nitelikli otopsilerin tamamının, muhakkak adli tıp uzmanı veya adli patologlar tarafından ve tam donanımlı otopsi birimlerinde yapılmasını öngörüyor.
Bu iddiaların ardından Halkların Demokratik Partisi (HDP) TBMM’ye Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın yanıtlaması istemiyle soru önergesi verdi.
Milli Savunma Bakanlığı’nın basın açıklamasında “Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından kimyasal silah kullanıldığına yönelik iddiaların tamamen asılsız ve gerçek dışı olduğu” belirtildi.
Şebnem Korur Fincancı, hakkında soruşturma başlatılmasının ardından medyaya yaptığı açıklamalarda söylediklerinin iddiaların araştırılmasını savunmaktan ibaret olduğunu vurguladı. Ancak Fincancı, AKP iktidarinin hedef göstermesi uzerine tutuklandı.
Cezaevinde tutuklulara yönelik kötü uygulamalar ilişkin gelen bilgiler arasında; “2 günde bir musluklardan 1.30 saat su veriliyor, sadece 3 kova var suyu koydukları kova fazla olursa geri alıyor döküyorlar. Koğuşta kantinden para karşılığında alınan suya da el koyuyorlar” şeklinde bilgiler geliyor.
TUTUKLULAR YERDE YATIYOR VE BATTANİYE SERİLMESİNE İZİN VERİLMİYOR
Cezaevlerinde kapasitenin en az 2 katından fazla tutuklunun bulunduğuna ilişkin Adalet Bakanlığı’nın açıkladı. Cezaevlerinden gelen bilgiler de tutukluların yerlerde yattığına ilişkin bilgiler gelmeye devam ediyor. Sivas E Tipi Cezaevi’nin yönetimi ve gardiyanlar, yerde yatan tutukluların yere battaniye sermesine bile izin vermiyor.
Cezaevi Müdürü’nün koğuşlarda dolaşarak psikolojik baskı uyguladığı ve koğuşlarda herhangi bir tutuklunun mesleğini sorduğu cevap vermediğinde ise makam odasına götürüp işkenceler uyguladığı iddia ediliyor. Koğuşlarda gezerken tutuklulara sürekli kötü sözlerle muamelede bulunduğuna ilişkin bilgiler yer alıyor.
Makumlara ait itiraz ve şikayet dilekçelerini ilgili yerlere ulaştırmadığı ve geri verdiği kaydediliyor. Şikayet dilekçesi veren tutuklulara ise koğuşta psikolojik baskı uyguladığı belirtiliyor.
Interpol’ün, üye devletleri suç, suçlu ve tehditler karşısında bilgilendirdiği ve gerektiği zaman yakalama emri talebi ilettiği sekiz ayrı bülten tipinden en bilineni olan kırmızı bültenle aranan kişilerin arasında Adil Öksüz, Mihraç Ural ve Salih Müslim gibi isimler var.
Uluslararası Polis Teşkilatı’nın (Interpol), Türkiye tarafından çıkartılan 50’ye yakın kırmızı bülteni askıya aldığı öne sürüldü. Sabah gazetesinden Erkam Çoban’ın haberine göre Türkiye, yurt dışında olduğunu değerlendirdiği bazı kişiler için adli makamlarca acil yakalama talebinde bulunurken, Interpol dosyaları ‘siyasi’ bularak beklemeye aldı.
Eş zamanlı olarak hükümetin ‘F..’ olarak tanımladığı örgütün firarisi Adil Öksüz, eski PYD Eş Başkanı Salih Müslim, THKP-C Acilciler üyesi Mihraç Ural gibi isimlerin aralarında bulunduğu 50’ye yakın kişi ile ilgili kırmızı bülten çalışmaları başlatılmıştı.
Kırmızı bülten talepleri onaylandıkları takdirde Interpol, kendisine üye 170 ülkeye bunu yayımlayacak ve Türkiye’nin istediği birçok kişi hakkında yakalama kararı verilmiş olacaktı.
Yakın zaman önce Türkiye, Türkiye kökenli Alman yazar Doğan Akhanlı hakkında kırmızı bülten çıkartmış, yazar İspanya’da gözaltına alınmıştı. Interpol daha sonra Akhanlı hakkındaki kırmızı bülteni sildi.