Connect with us

Logo Üstü - Sağ

İş stresi, çalışana yılda 24 gün kaybettiriyor

Published

on

Duygusal dengenizin yanı sıra fiziksel sağlığınıza da zarar veren stres, açık düşünme, verimli olma ve hayattan zevk alma kabiliyetinizi daraltır. SiZe Bütünsel Yaklaşım kurucu ortağı Zeynep Balcı, hayatınız ne kadar stresli görünürse görünsün üzerinizdeki baskıyı hafietmek ve kontrolü tekrar kazanmak için atabileceğiniz adımlarla ilgili değerlendirmelerde bulundu.

Stres günlük hayatta çok fazla kullandığımız, çoğu zaman yakındığımız; ancak üzerinde çok da fazla düşünmediğimiz bir kavram. Örneğin, az miktarda stres bizi boş vermeye, sıkılmaya iterken, yoğun ve sürekli olanı endişe, mutsuzluk ve depresyona sürüklüyor. Ortalama stres seviyesi ise performansımızı arttırıyor ve içimizdeki potansiyeli ortaya çıkarıyor. Tüm bu bilgiler bize stresi yönetebileceğimizi gösteriyor. Ama nasıl?

“Stresi yönetmek mümkün”

Ontrava’ya konuşan Zeynep Balcı’ya göre, kendimizi, işimizi, çalışma alanımızı, yaşam şartlarımızı daha net tanımladıkça, tüm bu unsurların meydana getirdiği stresi de yönetmek kolaylaşıyor. Amerikan Psikoloji Derneği’nin (American Psychological Association) yayınladığı stres araştırma sonuçları da yetişkinlerdeki stres seviyesinin yüksek düzeyde olduğunu ve bu seviyenin her geçen yıl arttığını gösteriyor. The Labour Force Survey’in iş gücü anketine göre ise stres, kaygı ve depresyon nedeniyle çalışanlar yılda ortalama 24 gün işe gidemiyor.

Araştırmalar stresin; fiziksel ve psikolojik rahatsızlıklara, iş tatminsizliğine, performans sorunlarına, işten ayrılmaya, devamsızlığa, verimsizliğe, çatışmaya, yabancılaşmaya, tükenmişliğe, depresyona ve kaygıya yol açtığını gösteriyor. Amerikan Stres Enstitüsü (American Institute of Stress) verilerine göre çalışanların %80’i iş yerinde stres yaşıyor ve neredeyse yarısı stresin nasıl yönetileceğini öğrenmek için yardıma ihtiyaç duyduklarını söylüyor. Bu da stresi yönetmenin sadece bireysel değil kurumların da sorumluluk almasıyla gerçekleşebileceğini akıllara getiriyor.

“Stres yönetimi stratejileri kurum kültürüne katılmalı” Yapılan bütün araştırmaların bizi zorlayan, hasta olmamıza yol açan stresin, zindeliğimize olan olumsuz etkilerinin her geçen gün daha da arttığını göstermekte olduğunu belirten Balcı, “en büyük stres alanı olan iş yaşamında, yoğun ve uzun süreli stres konusunda kişilerin de kurumların da yapabilecekleri var ve çaresiz olmadığımızı bilmeliyiz. Çalışanların streslerini nasıl yöneteceklerini öğrenmeleri ve bu stratejilerin kurum kültürüne katılması çok önemli” ifadesini kullandı.

Forbes ve Harvard Business Review, pek çok yayınında mutlu çalışanların mutsuz çalışanlardan üç kat daha yaratıcı ve verimli olduklarını ispatlayan araştırmalara dikkat çekiyor. Stresle ilgili yapılan tüm bu araştırma sonuçları stres yönetiminin hem kişiler, hem de kurumlar için ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.

SiZe’den stres yönetiminde 6 adım

1. Farkındalık Geliştirme: Stres, stresi yaratan alanlar ve bizim tepkilerimiz farklılık gösterir. Bu konudaki farkındalığımızı arttırmak ilk adımdır.

2. Problem Çözme: Değerlerimiz bizim seçimlerimizde temeldir ve zaman yönetimini nasıl yaptığımızı anlamak problemlerimizi çözmekte etki yaratır.

3. Bilişsel Yapılandırma: “İçsel konuşmalarımız, düşüncelerimiz ve bunların yeniden yapılandırılması nasıl olur?” sorusuna cevap bulmak.

4. Mindfulness: “Stresi yönetmede mindfulness (bilinçli farkındalık) nasıl işe yarar, nasıl uygulanır ve katkıları nelerdir?” üzerinde çalışmak.

5. Resilience: Resilince zihinsel sağlık için çok önemli bir kavramdır. “Stresi yönetmek için hangi kaynaklara sahibiz?” sorusuyla farkındalığımızı arttırmak.

6. Sosyal Destek: “Stres yönetiminde sosyal çevrenin nasıl kullanılabileceği kurgulayabiliriz ve dünya bu konuda neler yapıyor?” sorularıyla sahip olduğumuz sosyal çevrenin gücünden faydalanmak.

*Bu adımlar StressStop.com’un kurucusu Jim Porter’in çalışmalarından esinlenilerek Türk kültürüne uyarlanmış.

Logo Üstü - Sağ

Koşun, telomerleriniz de uzasın, hayatınız da!

Published

on

By

Araştırmacılar, koşan kişilerde kilo, tansiyon, sigara ve içki gibi sorunlar olsa dahi koşmanın erken ölüm oranını %40 azalltığını açıklamışlar. 

Yaşam süresinin uzamasında en büyük faydayı haftada ortalama 2 saat koşan katılımcılar görmüş. Koşunun yavaş veya hızlı olmasının ise bir önemi olmadığı tespit edilmiş. Sağlık faydaları haftada 4 saatte plato yapmış, 4 saatin ötesinde koşmanın herhangi bir ekstra faydası veya zararı görülmemiş. En güzel tarafı, araştırmacılara göre günde 5 dakika koşmak bile ömrü uzatmak için yeterli!
Bu araştırma koşmakla ömrün uzaması arasındaki sebep sonuç ilişkisini açıklamıyor. Prof. Lee’ye göre olası sebepler koşmanın yüksek tansiyon, fazla kilo, kalp gibi pek çok sağlık sorunu ile başa çıkmaya yardımcı olması. 

Ne kadar uzun telomer, o kadar uzun yaşam!

Koşmanın uzun yaşamla ilişkisine ışık tutacak bilgiler üç farklı araştırmadan geliyor. 
İlki telomerler üzerinde bugüne kadar yapılan en büyük araştırmalardan biri. 
Son dönemde Türkiye gündemine Sertab Erener ile giren telomerler, DNA’larımızın içerdiği kromozomların uçlarında yer alır. Temel fonksiyonları, kromozomları korumaktır. En basit şekliyle, hücrelerimiz bizi genç ve sağlıklı tutmak için her bölündüğünde telomerlerin boyu kısalır. Doğduğumuzda 10.000 BP olan telomer uzunluğu hücre bölünmeleri, stres, kötü beslenme, kirlilik gibi etkenler yüzünden kısalarak 3.000-5.000 BP’ye kadar kısalır. Bu noktada artık hücreler görev yapmayı bırakır. 

California’da Kaiser Permanente Gen, Çevre ve Sağlık araştırmaları program direktörü Dr. Schaefer lideliğinde 100.000 gönüllü üzerinde yapılan araştırma, ortalamadan daha kısa telomer uzunluğunun erken ölüm riskini arttırdığını göstermiş. En kısa telomerlere sahip %10’luk kesimin 3 yıl içinde ölme riskinin teleomerleri normal uzunlukta olanlara göre %23 daha fazla olduğu tespit edilmiş. Sebep sonuç ilişkisi açıklamamakla beraber, bu araştırma daha uzun telomerlerin daha uzun yaşamla ilintili olduğuna işaret ediyor.

Koşun, telomerleriniz 50 yaşında 20 yaşında gibi kalsın!

New York Times’da egzersizin hücreleri genç tutması konusunda yayımlanan başka bir yazı, telomerlerle koşunun ilişkisini net bir şekilde ortaya koyan iki farklı araştırmanın sonuçlarını özetlemiş.
Almanya’da yapılan ilk araştırma 4 katılımcı grubu ile yapılmış. Birinci grubu genç ve hareketsiz, 2. grubu orta yaşlı ve hareketsiz kişilerden oluşturmuşlar. Üçüncü grup 20’lerinde profesyonel çoğu milli takımda yeralan, haftada 70 km antrenman yapan genç koşuculardan oluşmuş. Dördüncü gruba ise orta yaşlı, uzun yıllardır koşan ve haftada 80 km yapan koşucuları almışlar. 
Araştırmanın lideri Dr Christian Werner’in yaptığı ilk çarpıcı gözlem, orta yaşlı koşucuların aynı yaşta hareketsiz katılımcılardan çok daha genç göründüğü olmuş. Ama görüntünün de ötesinde çarpıcı bulgular katılımcıların hücreleri üzerinde yaptıkları araştırmalarda ortaya çıkmış. Hareketsiz orta yaş grubunun telomerleri, beklendiği üzere hareketsiz genç grubunkinden %40 daha kısaymış. Haftada 80 km koşan orta yaşlı kişilerin telomer uzunluklarının ise genç profesyonel koşuculardan sadece %10 daha kısa olduğu görülmüş! Bu çalışma orta yaşlı koşucuların aynı yaştaki hareketsizlere göre %75 daha az telomer kısalması yaşadığını, yani koşmanın bir çeşit anti-aging etkisine sahip olduğunu göstermiş. 

VO2Max ve telomer ilişkisi

Colorado Üniversitesi’nde yapılan ve benzer sonuçlar veren başka bir araştırmada, katılımcıların maksimum oksijen kullanım kapasiteleri (VO2Max) ölçülmüş. VO2Max kardiovasküler fitness ve aerobik dayanıklılığın en iyi göstergesi sayılır. Daha sonra beyaz kan hücrelerinin telomer uzunluğu ölçülüp VO2Max değerleri ile karşılaştırılmış. 55-72 yaş arası katılımcılarda VO2Max seviyesinin yüksek olması ve telomerlerin uzun olması arasında yüksek bir korelasyon olduğu tespit edilmiş. Orta yaşta ne kadar fitseniz hücreleriniz de o kadar genç kalıyor!
Uzmanlar bu faydaların koşmakla sınırlı olmadığı, yürümek, bisiklete binmek, ağırlık gibi pek çok yoğun egzersizin aynı faydaları sağlayacağı görüşünde. Yeter ki sevdiğiniz bir spor bulun ve aktif olun.

Continue Reading

Logo Üstü - Sağ

Çay-sigara yapanlar için korkutan sağlık araştırması

Published

on

By

Sputnik Türkiye’nin Annals of Internal Medicine dergisinden aktardığına göre,
araştırma boyunca 30 ila 79 yaş arasında 456 bin 155 kişinin 10 yıl boyunca sağlık durumları ve yeme alışkanlıkları incelemeye tabi tutuluyor ve bu kişiler arasında 1731 kişide yemek borusu kanserine rastlanıyor.

Günlük çay içen ve bunun yanında en az 15 gram alkol tüketen kişilerin yemek borusu kanserine yakalanma riskinin 5 kat arttığı söyleniyor.

Sigara içen kişilerde ise risk 2 kat olarak açıklanıyor.

İçeceklerdeki sıcaklık sınırını 65 santigrat derecenin üstü olarak belirliyor bilim insanları. Bunun üstüne çıkıldığı zaman iç organlara zarar verildiğini ve kanser riskinin ortaya çıktığını ifade ediyorlar.

Continue Reading

Logo Üstü - Sağ

Dijital bağımlılık çocukları mutsuz ve asosyal yapıyor

Published

on

By

Uzmanlar, dijital bağımlılığın çocuklar üzerindeki olumsuz etkilerine dikkat çekilyor.  Dijital Bağımlılıkla Mücadele Derneği Genel Başkanı ve Cumhuriyet Üniversitesi (CÜ) Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Tuncay Dilci, dijital bağımlılığın çocuklar üzerinde son zamanlarda ciddi etkilere yol açtığını söyledi.

Yaptıkları araştırmalar sonucunda dijital bağımlılığın artık çocuğun yaşamının bir parçası haline geldiğini belirlediklerini aktaran Dilci, “Bu bağımlılığın çocukların yeni yaşam algısına etki ederek, onların yeni yaşam biçimine doğru evrilmesine yol açtığını söyleyebiliriz.” dedi.

Dilci, çocukların tablet, akıllı telefon ve bilgisayar vasıtasıyla dijital dünyayla yoğun temasının farklı sonuçlar doğurabileceğine dikkati çekerek, “Çocuk hızlı düşünüyor, çabuk sıkılıyor ve yeni arayışları içerisine giriyor. Mutluluk etkisi yaratan ya da yeni riskler yaratacak uygulamalara merak salıyor. Sanal dünyada kontrolsüz şekilde hareket eden bu çocuklar zaman içerisinde mutsuz, içine kapanık, antisosyal kişilik özelliği gösteriyor.” diye konuştu.

YENİ NESİL MUTSUZ VE HAREKETSİZ”

Teknolojinin çocuğu mutsuz ettiğini vurgulayan Dilci, şunları kaydetti:

“Aileler eskisi gibi çocuklarıyla ilgilenemiyor, doğal ortamda oyunlar oynanmıyor ve doğal yaşam biçimi yok. Modern hayatın getirdiği yeni kültürel kodlar ve alışkanlıklar çocukların intihara yönelmesine sebep olabiliyor. Bunun sebebi ilgisizlik. Aileyle yeterince bağ kuramayan çocuk kendi dünyasında yalnız kalıyor. Bu yalnızlığı ekran üzerinden başkalarıyla paylaşıyor. Bunun sonucunda da çocukta güdümlü bir düşünce meydana getiriliyor ve karşı taraf bunu kötü kullanabiliyor. Bölünmüş ailelerin çocuklarında bu olaya çok daha fazla rastlanıyor. Bu çocukları geleceğin mutsuz, umutsuz ve bir o kadar hareketsiz nesli olarak tanımlayabiliriz. Yeni nesil mutsuz ve hareketsiz. Hareketsizlik onlarda kan dolaşımı sistemi sorunlarına neden olduğu için de ani ölümler meydana gelebiliyor.”

Doç. Dr. Dilci, çocukları bu bağımlılıklardan kurtarmak ve dijital dünyanın risklerinden korumak için ailelere önerilerde bulunarak, “Çocukları dijital bağımlılıktan kurtarabilmek ya da dijital ortamdan uzaklaştırabilmek için geleneksel aile yapısına doğru yeniden yönelmemiz gerekiyor. Ev içerisinde dizi, film ya da bilgisayar oyunu yerine eskiden olduğu gibi geleneksel oyunlar oynanmalı. Anne-baba bunu rahatlıkla oynayabilir. Çocukla beraber seyahat edilmeli veya doğa yürüyüşleri yapılmalı.” ifadelerini kullandı.

Continue Reading

Çok Okunanlar