Cumhuriyet’ten Kemal Göktaş, Türkiye’nin önde gelen araştırma kuruluşlarından Konda’nın Genel Müdürü Bekir Ağırdır’la referandum koşullarını, “hayır”ın olanaklarını ve olası stratejileri konuştu. “Bu kez referandumda o kadar kolay evet, kesin evet çıkar demek mümkün değil.” diyen Ağırdır’a göre muhalefetin omuzlarında büyük bir yük olacak.
Röportajın bazı bölümleri şöyle:
Referanduma nasıl bir iklimde gidiyoruz? Bazı araştırma şirketleri hala başkanlığa desteği biraz daha zayıf gösteriyorlar. Siz de öyle görüyor musunuz? Bu süreçte ne etkili olur?
Önce bir durum tespiti anlamında, bizim elimizdeki bulgulardan birkaç şey söyleyeyim. Toplumun kriz beklentisi yükseliyor. Ekonomik kriz beklentisi. Yani neredeyse üçtü ikisi bir ekonomik krizi hemen yakın vadede, birkaç aylık kısa vadede kriz beklentisi içinde. Dolayısıyla bu insanların gündelik hayatındaki bütün davranışlarını etkiliyor demek ki. Harcamaları vs. İkincisi yine toplumun yarısından fazlası var olan durumu siyasi kriz olarak değerlendiriyor. Üçüncüsü, elbette çok önemli bir kesim şu andaki terör meselesini en önemli mesele olarak görüyor. Bir başka veri, toplumsal psikoloji açısından baktığımız geleceğe dair umut taşıyanlar dörtte bire düşmüş durumda. Bir başka veri, toplumun gelecek algısı, yani kaç yıllık bir tahayyüle sahip Türkiye toplumu diye baktığımızda, iki yıl önce 11 yıl iken ortalama, şu anda 10 yıla düşmüş durumda. Üstelik 2 yıl önce ülkenin sadece dörtte biri gelecek deyince 3 yıl ve daha kısa bir şey tahayyül ediyor, yani 4. yıl insanların tahayyülünde yok. Bu şimdi 3’te 1 insan. Yani 55 milyon yetişkin insanın 3’te 1’i gelecek deyince 3 yıldan ötesini tahayyül edemiyor.
Bu nasıl etkiler?
Toplumun paketin içeriği konusunda da yeterli bilgisi yok. Sadece bizimki değil, diğer yayınlanan araştırmalar da aşağı yukarı aynı teyidi yapıyor. Dolayısıyla böyle bir iklimde başlıyoruz referanduma. Sonra ne olur kısmı ayrı. Ama en azından başlangıç noktasında böyle bir pota var.
Toplum neye göre karar verecek?
Önümüzdeki 60-70 günde hangi dinamikler belirleyici olur dersen, bir kere paketin içeriğine dair Ak Parti makinesi henüz sokakta çalışmaya başlamadı. Ak Parti makinesinin ve Recep Tayyip Erdoğan’ın kitleleri etkileme gücünü ya da kendi tabanının algısını tercihlerini yönetme maharetini biliyoruz. Henüz o makine çalışmaya başlamadı. Tam devreye girmedi. Dolayısıyla başlarken bugün itibariyle fotoğrafa bakıp eşit başlıyor diyebiliriz. Baş başa ya da baş başaya yakın bir noktadan, ‘evet’in biraz daha geride olduğu, ‘hayır’ın önde olduğu ama neredeyse eşit bir noktadan başlıyoruz tartışmaya. Ne etkileyecek? Birincisi, Ak Parti makinesinin nasıl çalışacağı, 7 Haziran’dan önce olduğu gibi, lakayt, kendi içinde çatlamış, problemleri olan mı, 1 Kasım’da olduğu gibi ‘aman, iktidar elden gidiyor, aramızdaki bütün kavgaları, eleştirileri, bir kenara koyalım’ deyip yeknesak çalışan bir makine mi olacak bilmiyoruz. İki, Recep Tayyip Erdoğan’ın maharetini biliyoruz, ülkenin ya da toplumun 3’te 1’i üzerindeki liderlik algısını biliyoruz. Onların algılarını ve tercihlerini yönetme becerisini, onlarla olan ilişkisini biliyoruz. Erdoğan ne kadar ağırlığıyla sahneye çıkacak, nasıl yönetecek o süreci, onu bilmiyoruz. Üç, bu sürecin içinde önümüzdeki günlerde, ekonomik meselelerin, döviz kurunun, işsizliğin, sanayideki üretim problemlerinin nasıl evrileceğini bilmiyoruz. Dört, Suriye meselesinin nasıl evrileceğini bilmiyoruz. Yani El Bab’da şu veya biçimde, gündelik hayatımızda hissetmiyor olabiliriz ama sonuçta Türkiye bir ucuyla savaşta, fiilen askerimiz var orada. Oradaki başarının ya da başarısızlığın, ölümlerin, kalımların ne üreteceğini toplumsal psikolojide, ya da olur mu olmaz mı böyle şeyler, onu bilmiyoruz. Tabii terör meselesini bilmiyoruz.
…
Aşağı yukarı Türkiye toplumun 3’te 2’si meseleye siyasi kutuplaşmanın penceresinden bakıyor. Referandum süreci bu kutuplaşma üzerinden yürürse, baştan 3’te 2 insanın oyu belli. Yerel seçimlerde olduğu gibi, ‘Kadir Topbaş seçilmesin de hepimiz birine oy verelim’, ‘Aman Melih Gökçek seçilmesin de hepimiz birine oy verelim’ denilirse, hep kazanacaklar. Çünkü o zaman iş kutuplaşmaya dönüce, siyasal dertler, her şey unutuluyor, o kimliğin içinden bakılıyor. O zaman da kimliğin temsilcisine oy vermeye devam ediyor çünkü kaybettiği sadece iktidarı kaybetmek değil bütün kazandıklarını, kendi kimliğini kaybedecek korkusuyla… Dolayısıyla bir ikinci katmanı da bu; 4 kimliğin arasındaki sıkışma. Üçüncüsü de bu hayat tarzı sıkışması. 55 milyon seçmenin (son sayıları bilmiyoruz, yurt dışı seçmen de dahil değil), aşağı yukarı 36 milyonun tercihi belli diyebiliriz. Geri kalan 16 milyondan kimler sandığa gidecek ve ne tarafa meyledecekler meselesi, biraz önce saydığımız 4-5 dinamikten nasıl etkilenecekler, o belli değil.
Bundan umutsuz musunuz?
O ayrı bir bahis. Benim tezim şu: Bir, Türkiye’deki bu yönetim sistemi, bu merkeziyetçi sistem, var olan önerileri kastetmiyorum, var olan zaten sürdürülemez. Yani bu önerilen pakete karşı eskiyi savunalım noktasında değilim. Yeni bir şey kurmamız lazım ama yeni kurulması gereken şey bu önerilen değil. Benim pozisyonum kafamda net. Toplumun da bunu samimiyetle düşündüğünü sanıyorum. Türkiye toplumu var olan yönetim sisteminden rahatsız ama değişim denilen şeyin 12 Eylül referandumunda olduğu gibi, ‘doğru yöne olacak’ algısına mı kavuşur, yoksa ‘eskiden de kötü olacak’ algısına mı ulaşır, ona bugünden bir şey söylenmez. Muhalefetin dağınıklığı var. Ak Parti’nin siyasetteki ezici hakimiyetine karşı, laik kimlikte olanlar, seküler hayat tarzı olanlar kendilerinin de bir zihni dönüşüm ihtiyacında olduklarının farkında olmadıkları için yeni bir siyaset üretemediler. Onlar böyle bir ihtiyaçla hareket ederek bir talep üretmedikleri için CHP de değişmiyor. Hep biz ‘CHP değişmiyor’ diyoruz, partiyi suçluyoruz, liderine bakıyoruz ama bir yandan da kitleler de CHP’yi zorlamıyor zaten, ‘değiş’ diye.
HDP bu açıdan farklı bir görünüm sergiliyordu.
HDP’nin Türkiyelileşme projesinin bu anlamda bir anlamı vardı ama bu hem PKK’nın hem Ak Parti’nin işine gelmedi. Selahattin Demirtaş gibi samimi bir liderin ağzındaki ifadeler… Bu ayrı bir bahis ama sonuç olarak bugün muhalefet kanadı diyebileceğimiz referandumda hayır’a sahip çıkacak geniş kitleler var. Talebi olan, umuda ihtiyacı olan ve bir ütopyaya ihtiyacı olan. Ama CHP buna önderlik edebilecek mi edemeyecek mi onu bilmiyoruz. Ama mesele burada bence. Bu kez referandumda o kadar kolay evet, kesin evet çıkar demek mümkün değil. Ben yarıdan başlandığı kanaatindeyim. Eğer muhalefettekiler sadece kategorik olarak, karşı çıkmak pozisyonu yerine yeninin ne olması gerektiğini topluma anlatabilirse ve bunun nasıl yapılacağı konusunda toplumda bir güven üretebilirse başarı şansı var. İlk önce ama kendilerinin ‘başarmalıyız, başarabiliriz’ diye kendilerinin bir özgüvene ihtiyacı var.
Akıllı telefonlar üzerinden araç çağırma şirketi Uber‘den İstanbul’daki taksicilerin saldırılara ilişkin olarak açıklama geldi. Şirketin global merkezinden yapılan açıklamada, “Önceliğimiz bu zor zamanlarda, Uber sürücü ortaklarımızın yanında durmak, onlara gereken hukuki yardımı sağlayıp destek olmaktır” dendi.
Hürriyet’ten Ahmet Can’a yapılan açıklamada “Türkiye’deki operasyonlarımıza, sorumlu bir iş ortağı olarak, sonuna kadar bağlıyız. En çok önem verdiğimiz konuların başında, yerel paydaşlarla beraber çalışarak, birlikte daha akıllı ve çevre dostu şehirler yaratmak geliyor. Buna taksiciler de dahil olduğu için taksi ürünümüz mevcut” dendi.
SAYI 2 BİNİ AŞTI
Ayrıca şirketten yapılan açıklamada Uber’in bulunduğu tüm ülkelerde yerel regülasyonlara uygun olarak faaliyet gösterildiği ve her ülkenin vergi düzenlemelerine uyulduğu vurgulandı.
2014 yılında Türkiye’ye açılan Uber, şu anda iki farklı araç tipiyle hizmet veriyor. Bunlardan biri Mercedes Vito gibi lüks hafif ticari araçlar. Diğeri de taksi platformu. Şirketten paylaşılan bilgilere göre taksi platformunda hizmet veren taksilerinin sayısı 2 bini aştı.
BirGün yazarı Bülent Mumay, AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan‘ın açıklaması sonrası başlayan “dinde reform” tartışmalarını değerlendirdi. “Erdoğan’ın Nurettin Yıldız gibilerini eleştirmek zorunda kalırken başlattığı ‘İslamda güncelleme’ tartışmasının, hedeflenen Saadet tabanını ‘Cumhur İttifakı’ndan bir parça daha uzaklaştıracağı aşikâr” diyen Mumay, Erdoğan’ın bir gün sonra yaptığı “Dinde reform yapmak haddimize mi” açıklamasıyla ilgili olarak da “Windows, bu kadar hızlı güncellenmiyor” ifadesini kullandı.
Bülent Mumay‘ın “Windows, bu kadar hızlı güncellenmiyor!” başlığıyla yayımlanan (11 Mart 2018) yazısının ilgili bölümü şöyle:
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamasıyla patlak veren “dinde güncelleme” meselesinin zamanlaması, AKP açısından hiç de iyi olmadı. Karamollaoğlu’nun “Cumhur ittifakı”na kapıyı kapatmasından sonra, AKP’nin niyeti Saadet Partisi tabanını kazanmaktı. Erdoğan’ın Nurettin Yıldız gibilerini eleştirmek zorunda kalırken başlattığı “İslamda güncelleme” tartışmasının, hedeflenen Saadet tabanını “Cumhur İttifakı”ndan bir parça daha uzaklaştıracağı aşikâr. Dünkü Milli Gazete’nin manşeti de, bu öfkeyi yansıtıyordu. “İslam’ın güncellenmesi ne demek?” başlığıyla çıkan gazete, Erbakan’ın “Din, Allah yapısıdır” sözlerini de 1. sayfadan hatırlatma gereği duymuştu.
Gerçi çok da şey etmemek lazım. Erdoğan, “güncelleme” açıklamasını da güncelledi. Önce, sözcüsü İbrahim Kalın twitter’dan “izahat” yapma gereği duydu. Yetmeyince Cumhurbaşkanı bizzat devreye girdi. Bir gün önce, “İslam’ın güncellenmesi gerektiği”nden söz eden Erdoğan, tepkiler üzerine “Dinde reform olmaz, haddimize mi” deme gereği duydu. Saray’ın 24 saat içinde güncelleme açıklamasına getirdiği güncelleme, Windows işletim sisteminin sürekli gönderdiği güncelleme yamalarından bile daha hızlı geldi. “Şehirleri mahvettik” tadında çıkışlarla uzunca bir süredir kendi muhalefetini yapan Erdoğan’ın yeni bir hamlesi olabilir, kim bilir. “Değişmeyen tek şey değişimin kendisi” diyen Cem Karaca da rahmet istedi şimdi…
Bu arada enteresan bir gelişme daha oldu… Aralarında Ankara ve Marmara’nın da bulunduğu ilahiyat fakülteleri, Erdoğan’ın sözlerine “açıklık” getirmek için bildiriler kaleme aldı. “Aslında şunu demek istedi” tadındaki açıklamaları yapanların, bir yerlerden motive edildikleri aşikar elbette… Tarikat yurtlarındaki çocuk istismarları konusunda gıkı çıkmayan, kendisine ilahiyatçı diyen sapıkların kadınları aşağılayan “fetva”ları karşısında ‘lâl’ olan ilahiyatçıların, Saray’ın tekzip bürosu olarak hizmet vermeye başladı aniden. Ne diyelim, yeni “akademik görev”leri hayırlı olsun…
Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci, Denizli’de düzenlenen Türk Eximbank’ın strateji, değerlendirme ve eğitim toplantısında, Türkiye’nin kredi notunu düşüren uluslararası derecelendirme kuruluşu olan Moody’s‘e yüklendi. “Neye göre düşürdün, hangi kriteri dikkate aldın?” diyen Bakan Zeybekci, “Ne halt edersen et umurumuzda da değil. Senin kastını biz gayet iyi biliyoruz, niyetini de biliyoruz. Fırsat bu fırsat deyip, Türkiye üzerindeki kredi ve finans maliyetlerini artırma gayretlerinden başka bir şey değildir. Bu bir tefeci mantığıdır” dedi.
Karahayıt Mahallesi’nde bir otelde düzenlenen Türk Eximbank’ın strateji, değerlendirme ve eğitim toplantısına Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci ile Denizli Valisi Hasan Karahan, Büyükşehir Belediye Başkanı AK Partili Osman Zolan, Türk Eximbank Genel Müdürü Adnan Yıldırım ve Türk Eximbank çalışanları katıldı.
‘AVRUPA BİRLİĞİ’NE TAM ÜYELİK UMURUMUZDA DEĞİL’
Toplantının açılışında konuşan Bakan Zeybekci, dünyanın en hızlı büyüyen ülkesinin Türkiye olduğunu söyledi. Bakan Zeybekci, “Her türlü sağına soluna kulp takabilirler ama kendi ağızlarıyla bazen itiraf etmek zorunda kalıyorlar. Aralık ayında IMF’nin raporunda satın alma gücü paritesine göre 26 bin 500 dolarlık kişi başına düşen milli geliriyle dünyanın 13’üncü büyük ekonomisinin Eximbank’asıyız. Avrupa’nın 5’inci büyük ülkesinin Eximbank’asıyız. Hedef olarak mutlaka dünyanın ilk 10 büyük ekonomisi, Avrupa’nın da ilk 3 büyük ekonomisinden biri olacağız. Hedef olarak, ‘Avrupa Avrupa’ dediğimiz zaman da birileri şöyle sanıyor: ‘Bunların işi gücü yok, bunlar illaki Avrupa Birliği’ne ölüp tutuşuyorlar, Avrupa Birliğine illaki girmek istiyorlar.’ Yok böyle bir derdimiz bizim. Bizim derdimiz başka. Atatürk muasır medeniyet dediğinde Avrupa Birliği yoktu daha, hayali bile yoktu. Birbirlerini boğazlamakla meşguldüler. Biz evrensel standartlardaki ülkemizi refah seviyesine, insan hakları, özgürlükler, çevre hassasiyetleri, sağlık, teknoloji, bilim standartlarına çıkarmak için kendimize hedef olarak gördük. Biz o hedefe ulaştığımızda, bizim için bunun enstrümanlarından biri de Avrupa Birliğine tam üyelik süreci, yani bu kaldıracı kullanmak gibi de menfaatimize olabilir, bunu kendimize stratejik hedef olarak görüyoruz. Biz o hedefe ulaştığımızda Avrupa Birliği’ne tam üye olup olmamak bizim işimiz değil, açıkça söylüyorum umurumuzda da değil. O, o günün Türkiye’sinin vereceği bir karardır, tam üye olup olmamakla ilgili. Buna ne onlar karar verebilir, ne de biz karar verebiliriz. Ama hedefimiz, o hedefe ulaşmak. Onun içindir zaten bütün yolculuğumuz” diye konuştu.
‘BUNLARINKİ TEFECİ MANTIĞI’
Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s’in Türkiye’nin kredi notunu ‘Ba1’den ‘Ba2’ye düşürmesine tepki gösteren Zeybekci, şunları söyledi:
“Yine geçen hafta bir kredi derecelendirme kuruluşunun Türkiye’yle ilgili not düşürmesi… Neye göre düşürdün, hangi kriteri dikkate aldın? Avrupa Birliği’nin toplam geri dönmeyen kredi hacmi 1.2 trilyon dolar. AB üyesi ülkelerden birinde geri dönmeyen kredilerin milli gelire oranı yüzde 60’ın üzerinde. Bizimki yüzde 3 bile değil. Türkiye’nin notunu düşürüyor, onunkini artırıyor. Ne halt edersen et umurumuzda da değil. Senin kastını biz gayet iyi biliyoruz, niyetini de biliyoruz. Fırsat bu fırsat deyip, Türkiye üzerindeki kredi ve finans maliyetlerini artırma gayretlerinden başka bir şey değildir. Bu bir tefeci mantığıdır. Ne kadar itibarının olduğunu da gösterdi millet. Öyle bir karar açıkladın, ardından ekonomi ve finans piyasalarının sana verdiği tepki sıfır. Sana verdiği itibar sıfır. Bunları bileceğiz, mesafemizi koruyacağız. İlişkilerimiz menfaat ilişkisi olacak. Bunları asla dikkate almayacağız. 29 Mart’ta Türkiye’nin büyüme rakamları açıklanacak. Söylüyoruz: 2017 yılında 2016 yılına göre verdiğimiz yatırım teşvik belgeleri yüzde 81 rakamsal olarak arttı, 175 milyar lira. Bunlar 2018’de yatırıma dönüşecek. Belgesini vermediğimiz 100 milyar liralık yatırımcı bekliyor. 2018 yılında dolar bazında 100 milyarlık özel ve reel sektör yatırımı olacak. Yatırımların büyümeye katkısından dolayı 2018 yılında Türkiye’nin büyüme performansı 2017 gibi yüksek olacak diyoruz. 2018 yılıyla ilgili beklentilerimiz ve ihracatın artması, üretimin de büyümeye etkileri yüksek gelecek ve bunlar yine mahcup olacaklar.”