Araştırmacılar, koşan kişilerde kilo, tansiyon, sigara ve içki gibi sorunlar olsa dahi koşmanın erken ölüm oranını %40 azalltığını açıklamışlar.
Yaşam süresinin uzamasında en büyük faydayı haftada ortalama 2 saat koşan katılımcılar görmüş. Koşunun yavaş veya hızlı olmasının ise bir önemi olmadığı tespit edilmiş. Sağlık faydaları haftada 4 saatte plato yapmış, 4 saatin ötesinde koşmanın herhangi bir ekstra faydası veya zararı görülmemiş. En güzel tarafı, araştırmacılara göre günde 5 dakika koşmak bile ömrü uzatmak için yeterli!
Bu araştırma koşmakla ömrün uzaması arasındaki sebep sonuç ilişkisini açıklamıyor. Prof. Lee’ye göre olası sebepler koşmanın yüksek tansiyon, fazla kilo, kalp gibi pek çok sağlık sorunu ile başa çıkmaya yardımcı olması.
Ne kadar uzun telomer, o kadar uzun yaşam!
Koşmanın uzun yaşamla ilişkisine ışık tutacak bilgiler üç farklı araştırmadan geliyor.
İlki telomerler üzerinde bugüne kadar yapılan en büyük araştırmalardan biri.
Son dönemde Türkiye gündemine Sertab Erener ile giren telomerler, DNA’larımızın içerdiği kromozomların uçlarında yer alır. Temel fonksiyonları, kromozomları korumaktır. En basit şekliyle, hücrelerimiz bizi genç ve sağlıklı tutmak için her bölündüğünde telomerlerin boyu kısalır. Doğduğumuzda 10.000 BP olan telomer uzunluğu hücre bölünmeleri, stres, kötü beslenme, kirlilik gibi etkenler yüzünden kısalarak 3.000-5.000 BP’ye kadar kısalır. Bu noktada artık hücreler görev yapmayı bırakır.
California’da Kaiser Permanente Gen, Çevre ve Sağlık araştırmaları program direktörü Dr. Schaefer lideliğinde 100.000 gönüllü üzerinde yapılan araştırma, ortalamadan daha kısa telomer uzunluğunun erken ölüm riskini arttırdığını göstermiş. En kısa telomerlere sahip %10’luk kesimin 3 yıl içinde ölme riskinin teleomerleri normal uzunlukta olanlara göre %23 daha fazla olduğu tespit edilmiş. Sebep sonuç ilişkisi açıklamamakla beraber, bu araştırma daha uzun telomerlerin daha uzun yaşamla ilintili olduğuna işaret ediyor.
Koşun, telomerleriniz 50 yaşında 20 yaşında gibi kalsın!
New York Times’da egzersizin hücreleri genç tutması konusunda yayımlanan başka bir yazı, telomerlerle koşunun ilişkisini net bir şekilde ortaya koyan iki farklı araştırmanın sonuçlarını özetlemiş.
Almanya’da yapılan ilk araştırma 4 katılımcı grubu ile yapılmış. Birinci grubu genç ve hareketsiz, 2. grubu orta yaşlı ve hareketsiz kişilerden oluşturmuşlar. Üçüncü grup 20’lerinde profesyonel çoğu milli takımda yeralan, haftada 70 km antrenman yapan genç koşuculardan oluşmuş. Dördüncü gruba ise orta yaşlı, uzun yıllardır koşan ve haftada 80 km yapan koşucuları almışlar.
Araştırmanın lideri Dr Christian Werner’in yaptığı ilk çarpıcı gözlem, orta yaşlı koşucuların aynı yaşta hareketsiz katılımcılardan çok daha genç göründüğü olmuş. Ama görüntünün de ötesinde çarpıcı bulgular katılımcıların hücreleri üzerinde yaptıkları araştırmalarda ortaya çıkmış. Hareketsiz orta yaş grubunun telomerleri, beklendiği üzere hareketsiz genç grubunkinden %40 daha kısaymış. Haftada 80 km koşan orta yaşlı kişilerin telomer uzunluklarının ise genç profesyonel koşuculardan sadece %10 daha kısa olduğu görülmüş! Bu çalışma orta yaşlı koşucuların aynı yaştaki hareketsizlere göre %75 daha az telomer kısalması yaşadığını, yani koşmanın bir çeşit anti-aging etkisine sahip olduğunu göstermiş.
VO2Max ve telomer ilişkisi
Colorado Üniversitesi’nde yapılan ve benzer sonuçlar veren başka bir araştırmada, katılımcıların maksimum oksijen kullanım kapasiteleri (VO2Max) ölçülmüş. VO2Max kardiovasküler fitness ve aerobik dayanıklılığın en iyi göstergesi sayılır. Daha sonra beyaz kan hücrelerinin telomer uzunluğu ölçülüp VO2Max değerleri ile karşılaştırılmış. 55-72 yaş arası katılımcılarda VO2Max seviyesinin yüksek olması ve telomerlerin uzun olması arasında yüksek bir korelasyon olduğu tespit edilmiş. Orta yaşta ne kadar fitseniz hücreleriniz de o kadar genç kalıyor!
Uzmanlar bu faydaların koşmakla sınırlı olmadığı, yürümek, bisiklete binmek, ağırlık gibi pek çok yoğun egzersizin aynı faydaları sağlayacağı görüşünde. Yeter ki sevdiğiniz bir spor bulun ve aktif olun.
Sputnik Türkiye’nin Annals of Internal Medicine dergisinden aktardığına göre,
araştırma boyunca 30 ila 79 yaş arasında 456 bin 155 kişinin 10 yıl boyunca sağlık durumları ve yeme alışkanlıkları incelemeye tabi tutuluyor ve bu kişiler arasında 1731 kişide yemek borusu kanserine rastlanıyor.
Günlük çay içen ve bunun yanında en az 15 gram alkol tüketen kişilerin yemek borusu kanserine yakalanma riskinin 5 kat arttığı söyleniyor.
Sigara içen kişilerde ise risk 2 kat olarak açıklanıyor.
İçeceklerdeki sıcaklık sınırını 65 santigrat derecenin üstü olarak belirliyor bilim insanları. Bunun üstüne çıkıldığı zaman iç organlara zarar verildiğini ve kanser riskinin ortaya çıktığını ifade ediyorlar.
Uzmanlar, dijital bağımlılığın çocuklar üzerindeki olumsuz etkilerine dikkat çekilyor. Dijital Bağımlılıkla Mücadele Derneği Genel Başkanı ve Cumhuriyet Üniversitesi (CÜ) Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Tuncay Dilci, dijital bağımlılığın çocuklar üzerinde son zamanlarda ciddi etkilere yol açtığını söyledi.
Yaptıkları araştırmalar sonucunda dijital bağımlılığın artık çocuğun yaşamının bir parçası haline geldiğini belirlediklerini aktaran Dilci, “Bu bağımlılığın çocukların yeni yaşam algısına etki ederek, onların yeni yaşam biçimine doğru evrilmesine yol açtığını söyleyebiliriz.” dedi.
Dilci, çocukların tablet, akıllı telefon ve bilgisayar vasıtasıyla dijital dünyayla yoğun temasının farklı sonuçlar doğurabileceğine dikkati çekerek, “Çocuk hızlı düşünüyor, çabuk sıkılıyor ve yeni arayışları içerisine giriyor. Mutluluk etkisi yaratan ya da yeni riskler yaratacak uygulamalara merak salıyor. Sanal dünyada kontrolsüz şekilde hareket eden bu çocuklar zaman içerisinde mutsuz, içine kapanık, antisosyal kişilik özelliği gösteriyor.” diye konuştu.
“YENİ NESİL MUTSUZ VE HAREKETSİZ”
Teknolojinin çocuğu mutsuz ettiğini vurgulayan Dilci, şunları kaydetti:
“Aileler eskisi gibi çocuklarıyla ilgilenemiyor, doğal ortamda oyunlar oynanmıyor ve doğal yaşam biçimi yok. Modern hayatın getirdiği yeni kültürel kodlar ve alışkanlıklar çocukların intihara yönelmesine sebep olabiliyor. Bunun sebebi ilgisizlik. Aileyle yeterince bağ kuramayan çocuk kendi dünyasında yalnız kalıyor. Bu yalnızlığı ekran üzerinden başkalarıyla paylaşıyor. Bunun sonucunda da çocukta güdümlü bir düşünce meydana getiriliyor ve karşı taraf bunu kötü kullanabiliyor. Bölünmüş ailelerin çocuklarında bu olaya çok daha fazla rastlanıyor. Bu çocukları geleceğin mutsuz, umutsuz ve bir o kadar hareketsiz nesli olarak tanımlayabiliriz. Yeni nesil mutsuz ve hareketsiz. Hareketsizlik onlarda kan dolaşımı sistemi sorunlarına neden olduğu için de ani ölümler meydana gelebiliyor.”
Doç. Dr. Dilci, çocukları bu bağımlılıklardan kurtarmak ve dijital dünyanın risklerinden korumak için ailelere önerilerde bulunarak, “Çocukları dijital bağımlılıktan kurtarabilmek ya da dijital ortamdan uzaklaştırabilmek için geleneksel aile yapısına doğru yeniden yönelmemiz gerekiyor. Ev içerisinde dizi, film ya da bilgisayar oyunu yerine eskiden olduğu gibi geleneksel oyunlar oynanmalı. Anne-baba bunu rahatlıkla oynayabilir. Çocukla beraber seyahat edilmeli veya doğa yürüyüşleri yapılmalı.” ifadelerini kullandı.
Beslenmede tek bir reçete yok. Bin bir türlü diyet, beslenme şekli, takviyeler, süper besinler havada uçuşuyor. Ama neyin iyi geleceği, neyin zarar vereceği kişiye göre değişiyor.
Çoğunluğun hemfikir olduğu tek bir doğru varsa, o da işlenmiş şekerin zararlı olduğu. Üstelik şekerin aynı uyuşturucu gibi bağımlılık yaptığı biliniyor. O yüzden bırakmak hiç kolay değil. Ama bırakmayı başardığınızda, enerjinizin yükseldiğini, daha iyi uyuduğunuzu, daha az şişkinlik ve sindirim sorunu yaşadığınızı, üstelik diyabet riskinizin, kolesterol ve trigliserit seviyelerinizin düştüğünü göreceksiniz.
Şeker sadece şekerlikte ve tatlılarda olmuyor. Meyve suları, gazlı içecekler, tatlı kategorisine girmese de pek çok paketli gıda farklı isimler altında gizli şeker içeriyor. Etiketinde şeker, mısır şurubu veya maltoz, dekstroz, glukoz, fruktoz, sukroz, laktoz gibi ‘oz’ ile biten herhangi bir madde içeren bütün gıdalardan uzak durmak gerekiyor.
Şekerden kurtulmanın en iyi yolu beslenmenize kan şekerinizi dengeleyecek, iyi besinler eklemek. Bu 6 gruptan seçeceğiniz sağlıklı alternatiflerle, şekere zorlanmadan veda edebilirsiniz.
Protein
Protein tüketiminizi arttırmak tatlı ihtiyacı ile baş etmenin en iyi yollarından biri. Proteinli besinler hem uzun süre tok tutar hem de kan şekerinizi dengeler.
Amerikan Klinik Beslenme Dergisinde yayınlanan bir araştırmada 5 hafta boyunca protein-karbonhidrat- yağ oranı 30:40:30 şeklinde beslenen diyabet hastalarının, 15:55:30 şeklinde beslenenlere göre açlık kan şekerlerinin %40 düştüğü görülmüş.
Proteini yüksek bir öğün yediğinizde şeker emilimi yavaşlar ve insülin seviyesindeki hızlı iniş-çıkışlar azalır. Bu da tatlı krizini önler.
Şekeri bırakmakta en büyük yardımcılarınızdan biri sağlıklı yağlar olacaktır. Nelerde mi bulunur? Fındık, fıstık, badem, ceviz gibi kabuklu yemişler, zeytin, avokado, zeytinyağı, gerçek tereyağı, günde en fazla 20 g olmak kaydıyla Hindistan cevizi yağı, yağlı deniz balıkları…
Prevention dergisinin yayınladığı bir haberde bahsedilen bir araştırmaya göre, diyabet riski taşıyan kişiler sebze-meyve-protein-tam tahıl ağırlıklı beslenme düzenlerine sağlıklı yağlar eklediklerinde diyabet hastası olma oranları %60 azalmış.
Eğer şekeri bırakır ve şekerden çok da farkı olmayan basit karbonhidratlar yerine tam tahıllara yönelirseniz, sağlıklı olduğu kadar lezzetli yağları gönül rahatlığı ile tüketebilirsiniz.
Lifli besinler
Lif oranı yüksek besinler sindirimi yavaşlatır ve kan şekerini düzenler. Hele bir de proteinle birleştirirseniz uzun süre tok kalırsınız, atıştırma ihtiyacı hissetmezsiniz. Doğal olarak lif oranı yüksek besinler keten tohumu, fındık fıstık gibi kabuklu yemişler, keten tohumu, chia tohumu, frambuaz, çilek gibi meyveler, enginar, bezelye, havuç gibi sebzeler ve baklagillerdir.
Günlük lif ihtiyacı yetişkin kadınların 25 g, erkeklerin 35-40 g civarındadır.
Probiyotik besinler
İyi bakteriler açısından zengin kefir, yoğurt, turşu gibi besinler bağırsaklardaki kötü bakterilerle savaşmak için çok önemlidir. Bu kötü bakteriler bağışıklığı zayıflatmanın yanı sıra cilt problemlerine, mantar rahatsızlıklarına ve kilo problemlerine yol açarlar. Bilin bakalım neyle beslenirler? Evet şekerle. Yeterince probiyotik gıda almazsanız, kötü bakterilerin iyi bakterilere oranı artar ve dayanılmaz bir tatlı yeme ihtiyacı oluştururlar.
Baharatlar
Tatlı ihtiyacı ile başa çıkmanıza yardımcı olacak baharatların başında zencefil, zerdeçal ve tarçın geliyor.
Su
Tatlı ihtiyacı ile başa çıkmanıza yardımcı olacak baharatların başında zencefil, zerdeçal ve tarçın geliyor.
Kaynak: Aşkveavokado