Muğla Çevre Platformu Datça Üyesi Mimar Faruk Şahin, Datça’nın Çevre Düzeni Planı’nda, günübirlik kullanıma açılacak yerler arasında Kurubük Koyu’nun yer almadığını ve koyun SİT alanı olduğunu belirtip, imar planına aykırı olduğunu ileri sürdüğü ihalenin iptal edilmesi gerektiğini söyledi.
Tabiat Parkı ihalesi iptal edildi
Datça ilçe merkezine 25 kilometre mesafedeki Mesudiye Mahallesi’nde, Ovabükü ile Palamutbükü arasındaki yol üzerinde bulunan halkın kullanımına açık, Kurubük Koyu’nun kiralanması için ihaleye çıkılıyor. Muğla Valiliği’ne bağlı Muğla Çevre Vakfı (MUÇEV) tarafından kiralanacak 1700 metrekarelik koy için 26 Ocak’taki ihale öncesinde şartname hazırlandı. Şartnamede 6 metrekarelik 1 büfe, 16 metrekarelik 2 pergole grubu, her biri 7 metrekare genişliğinde kadın ve erkek için 4 adet duş ve soyunma kabinleri yapılması yer alıyor. Yıllık kira bedeli olarak 40 bin liradan açılacak ihaleyi alan firmanın şartnamade yapılması gerekenleri yerine getirirek 2 yıllığına koyu işletebileceği açıklandı. Ancak, ihale çevrecilerin tepkisine neden oldu. Muğla Çevre Platformu Datça Üyesi Mimar Faruk Şahin konu ile ilgili yaptığı açıklamada, Datça’nın Çevre Düzeni Planı’nda, günübirlik kullanıma açılacak yerler arasında Kurubük Koyu’nun yer almadığı ve ihalenin iptal edilmesi gerektiğini söyledi. Kurubük Koyu’nun birinci derece SİT alanı olduğuna dikkat çeken Şahin, “Burada herhangi bir yapılaşma yok. Yazın halk tarafından yoğun olarak kullanılıyor. İnsanlar, otomobilleriyle gelip denize giriyorlar. Şimdi burada yapılaşmanın önü açılıyor” dedi.
‘İmar planında gösterilmiyor’
MUÇEV tarafından açılan ihalenin imar planına aykırı olduğunu ifade eden Şahin, şöyle konuştu:
“Bu ihaleye konu olan koy; birinci derece SİT ve ormanlık alan olduğu için üzerinde yapılacak her türlü kullanımın, Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulları tarafından onaylanması gerekiyor. Bu kurulun onayı olmadan herhangi bir yapılaşma mümkün değil. Bu onay verilmiş değil. Daha da önemlisi Datça Özel Çevre Koruma Alanı’nın 2014 yılında hazırlanan ve sonuçlanan Çevre Düzeni Planı’na göre; yani 1/25 bin ölçekli planına göre, nerelerin günübirlik kullanım için geçerli olduğu işaretlenmiş durumda ve Kurubük Koyu bu planda 1 inci derece SİT alanı olarak gösteriliyor ve günübirlik kullanım için işaretlenmemiş. Dolayısıyla bu ihale, Çevre Planına da aykırıdır. Ya plan revize edilip, günübirlik alana açılacak ki o zaman bu değişikliğe dava açarız. Ya da planın iptali gerekir. Kurubük ile Palamutbükü arasında zaten iki koy, günübirlik kullanıma açılmış durumda.”
‘Koylar işgal ediliyor’
İhalenin belirsizliklerle dolu olduğunu vurgulayan Şahin, dokümanlar incelendiğinde, şartnamede, sadece ‘Kurubük ibaresi’nin yer aldığını kaydederek şöyle devam etti:
“Harita yok, koordinat yok. O bölgenin tamamı orman alanıdır. Bu bölgenin neresinin yapılaşabileceği ve yapılaşmanın türünün ne olacağı gibi hiçbir bilgi yok. Zaten ihale ile ilgili temel itirazımız da buradan kaynaklanıyor. İtirazımız, denize giren insanların daha kolay hizmet almalarına önlemeye yönelik değil. Yapılan tesislerde bu tür tariflerin hiçbiri söz konusu olmadığı için ihaleyi alan, orayı tamamen kendisine ait ilan ediyor. Ne otoparkını, ne de kıyıyı kullandırıyor. Aslında bu kiralama ihalesinin sonucu halkın oraya girişinin yasaklanması anlamına geliyor. Uygulamada koy tamamen işgal ediliyor. Gerçekte, bu tür ihalelerin tamamı Kıyı Kanunu’na aykırıdır. Çünkü Kıyı Kanunu açık bir şekilde söylüyor ki; ‘Kıyılar halkındır.’ İhalelerde açıklık olmalıdır. Örneğin, ‘Kıyılarda ilk 10 metre halkın kullanımına açıktır. İhaleyi alan firma arkaya şu eklentileri yapabilir’ gibi net ibareler yer almalıdır. Bu durum tartışılabilir. Ama hiçbirini belirtmeden, sadece yıllık 40 bin TL muhammen bedelle ihaleye çıkıyor gibi bir doküman son derece anlamsız ve komiktir.”
‘Adım adım imara açılacak’
Açık ve net olmayan ihalelerle koyların adım adım imara açılmak istendiğini dile getiren Şahin, “Bizim gerçek endişemiz, bu tür ihalelerin başlangıç olmasıyla ilgilidir. Bunun arkasından, bungalovlar, gece kullanımı ve iskele gibi yapılaşmalar gelir ki, bu koyların adım adım imara açılmasının arkasındaki gizli plandır. İhale şartnamesinde çok komik bir madde var. Bizim öğrenmeye çalıştığımız ayrıntıların hepsi özel şartlar altında saklanıyor. Bu ayrıntılar; ‘İhaleyi alan firma ile sözleşme sırasında görüşülecektir’ deniliyor. O zaman bu ihale nasıl bir ihaledir” diye konuştu.
Muçev’den ‘kirletiliyor savunması’
Muğla Vali Yardımcısı ve MUÇEV Yönetim Kurulu Üyesi Kamil Köten, “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, koyu bize tahsis ederek, ihaleye çıkartmamızı istedi. Kurubük’ün sahipsiz kaldığı ve kirletildiği yönünde talepler geldi. Biz de bu doğrultuda ihaleye çıkartacağız. Önce teklifler alınacak, sonra en yüksek teklifi veren 12 kişi arasında açık artırma yapılacak” dedi.
Akıllı telefonlar üzerinden araç çağırma şirketi Uber‘den İstanbul’daki taksicilerin saldırılara ilişkin olarak açıklama geldi. Şirketin global merkezinden yapılan açıklamada, “Önceliğimiz bu zor zamanlarda, Uber sürücü ortaklarımızın yanında durmak, onlara gereken hukuki yardımı sağlayıp destek olmaktır” dendi.
Hürriyet’ten Ahmet Can’a yapılan açıklamada “Türkiye’deki operasyonlarımıza, sorumlu bir iş ortağı olarak, sonuna kadar bağlıyız. En çok önem verdiğimiz konuların başında, yerel paydaşlarla beraber çalışarak, birlikte daha akıllı ve çevre dostu şehirler yaratmak geliyor. Buna taksiciler de dahil olduğu için taksi ürünümüz mevcut” dendi.
SAYI 2 BİNİ AŞTI
Ayrıca şirketten yapılan açıklamada Uber’in bulunduğu tüm ülkelerde yerel regülasyonlara uygun olarak faaliyet gösterildiği ve her ülkenin vergi düzenlemelerine uyulduğu vurgulandı.
2014 yılında Türkiye’ye açılan Uber, şu anda iki farklı araç tipiyle hizmet veriyor. Bunlardan biri Mercedes Vito gibi lüks hafif ticari araçlar. Diğeri de taksi platformu. Şirketten paylaşılan bilgilere göre taksi platformunda hizmet veren taksilerinin sayısı 2 bini aştı.
AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Suriye’de yaşanan çatışmalarla ilgili olarak NATO‘ya tepki gösterdi. “Yeri geldi Afganistan’da olduk Somali’de olduk şu anda Suriye’de bu olaylar yaşanırken, ey NATO sen ne zaman olacak da gelip bizim yanımızda yer alacaksın?” diyen Erdoğan, IMF‘ye de “Türkiye’yi yönetecek birisi varsa o da benim; sen sadece paranı al” diye seslendi.
Bolu’da partisinin 6. olağan il kongresinde konuşan Erdoğan’ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
“Suriye ve Irak sınırlarımız boyunca terör koridoru oluşturmak isteyenler yüzlerindeki maskeleri indirip niyetlerini ifşa ettiler. Kimsenin ummadığı operasyonları başlattık. Müttefikimiz dediğimiz güçlere bakışı sahadaki eylemlere göre yeniden belirledik. NATO’nun üyesiyiz. Yeri geldi Afganistan’da olduk Somali’de olduk şu anda Suriye’de bu olaylar yaşanırken, ey NATO sen ne zaman olacak da gelip bizim yanımızda yer alacaksın? 911 kilometre burada bizim sınırımız var, sürekli terör örgütleri bizi taciz ediyor, Suriye rejimi aynı şekilde bu yollara başvuruyor. Peki sen ne zaman ortaya çıkacaksın, devamlı ben bunları mı söyleyeceğim? Şu ana kadar hala olumlu bir ses söz yok.
“Biz iktidara geldiğimizde de attığımız her adımda bize olmaz dediler, yapamazsınız dediler, başaramazsınız dediler. Daha ileri gidip ‘haddinizi aşmayın ha’ dediler. IMF’nin bize dediği laf ‘olmaz’. Ne olmaz? Sen paranı alıyor musun, alıyorsun. Bizden sonra borç istedi. Arkadaşlar “Verelim mi?” dedi, “Verin” dedim. Bugün borç alan yarın emir alır.
(IMF’ye) Türkiye’yi yönetecek birisi varsa o da benim. Sen sadece paranı al.”
2015’te Uluslararası Diyabet Federasyonu tarafından verilen diyabet alanında ‘Yılın Bilim Adamı’ ödülünü alan Yılmaz, “Şeker fabrikalarının özelleştirilmesine de pancar üretiminin sınırlandırılmasına da karşıyım. Üretim ağırlığının nişasta bazlı şekerlere kaydırılmasını doğru bulmuyorum” ifadesini kullandı.
Temel Yılmaz’ın Habertürk’ten Kübra Par’ın sorularına verdiği yanıtların ilgili bölümü şöyle:
– Canan Karatay, son günlerde depresyon ilaçlarıyla ilgili açıklamasıyla gündemde. İstanbul Tabip Odası’nın Karatay’a para cezası kesmesine ne diyorsunuz?
Canan Hoca’nın açıklamalarını artık biraz üzüntüyle izliyorum. Depresyonu sadece bağırsaklara ve faydalı-zararlı bakterilere bağlamak, sorunu turşu yiyerek çözmek gibi önerleri de tartışmak istemiyorum! Sorun bu tür talkshow türü yorumlardan çok daha ciddi. Sadece bizim toplum değil, dünyadaki tüm toplumların sorunu. Hekimler arasındaki bu tür tartışmaların yeri medya değil, olmamalı. Bir hipoteziniz varsa, bununla ilgili olarak bir araştırma yaparsınız. Oturup araştırmayı kaleme alırsınız, sonra bu çalışmayı hakemli dergilerden birisine gönderirsiniz. O arada da bir bilimsel kongrede sunmak istersiniz. Oradaki sunumda konunun uzmanları sizi dinler, onayladıkları noktalarda onaylar, akıllarına yatmayan noktalarda da sorularını sorar. Ondan sonra o düzeltmelerini yapar. Yayın, hakemli bir dergide çıkar. Bu artık uluslararası standartlarda yapılmış bir araştırmadır ve herkes bunu uygular.
– Karatay’a temel eleştiriniz, araştırma bulgularını önünüze koymadan konuşması mı?
Evet, somut kanıtlar olmadan konuşmamalı.
– Siz Karatay’ın şeker yükleme testine karşı çıkmasını da eleştiriyorsunuz değil mi?
“Şeker yükleme testini yaptıranların çocukları şeker hastası olur, kalbi delik olur” diyorsanız, bunu kanıtlamanız lazım. Tıpta gelişigüzel konuşma hakkınız yok. İnsan hayatıyla ilişkili olarak karar veren ve daha sonra hesap sorulmayan mesleklerden biri hâkimlik, diğeri de hekimlik. Bir hasta, gelip sizi bir otorite olarak aldığı zaman, ağzınızdan çıkacak her kelimeyi izler. Söylediğiniz bir kelimeye takılır, sabaha kadar uyumaz. Canan Hoca’nın, glikoz tolerans testi yapılmış annelerin çocuklarının verilen glikoza bağlı olarak diyabet olduğuna dair kendi klinik araştırmasını ya da literatüre ilişkin araştırmasını bekliyorum. Baktım ama bulamadım.
– Ama Karatay depresyon ilaçlarının aşırı yaygınlaşmasını eleştirmekte haklı değil mi?
Depresyon ilaç tüketiminin aşırı olduğuna katılıyorum. Bunun temel nedeni, gelişen teknolojinin insanlara getirdiği yeni hayat modeli. İnsanlar artık çok daha uzun saatler çalışıyor, daha uzun süre kapalı ortamlarda kalıyor, daha hareketsiz ve daha stresli. Mesaj-mail trafiği de düşük yoğunluklu stresi tüm güne yaydı. İnsanlar artık sürekli çalışan, sürekli izlenen ve sürekli uyarı ve emirlerle sürekli yönetilen modern köleler haline geldi ve tüm toplumlarda depresyon patladı. İlaç kullanımı da arttı. Ancak bu durum tek başına bu kadar aşırı ilaç kullanımını izah etmez. Sorunu psikoterapik rehabilitasyonlarla çözümlenebilecek birçok insan hemen ilaca yönlendiriliyor. Aşırı miktarda gereksiz, indikasyonsuz ilaç tüketimi var. Bu ilaçlar duyguları etkileyen ilaçlar, stres ve üzüntüleri azaltırken sevinç ve mutlulukları da buduyor. Çalışma koşullarının biraz daha düzeltilmesi, işyerlerinde çalışana psikolojik danışmanlık sağlanması gibi önlemler, sorunların çözümünde çok önemli rol oynayabilir.