Halk arasında şişmanlık olarak bilinen obezite, enerji alımının, enerji harcanmasını aştığı durumlarda ortaya çıkan aşırı yağ depolanmasıdır. Yani buradaki fazlalık kas, kemik ya da sıvı fazlalığı değil, yağ dokusunun fazlalığıdır.
Ontrava’ya konuşan Medical Park Gaziosmanpaşa Hastanesi Çocuk Endokrinoloji Uzmanı Doç. Dr. Teoman Akçay, çocuklarda obezitenin görülme nedenleri, nasıl hesaplanacağı, belirtileri, zararları ve tedavisi ile ilgili önemli bilgiler paylaştı. Günümüzde obezite sıklığı bilimsel çalışmalara göre tüm dünyada ve bütün yaş gruplarında artıyor. Doç. Dr. Teoman Akçay, bu durumun ortaya çıkmasında modern yaşamın getirdiği beslenme alışkanlıklarının, özellikle basit ve rafine şekerlerin ve fast-food diye tabir edilen besinlerin tüketilmesinin, spor aktivitelerine katılmanın azalmasının ve teknolojik cihazlarla fazla vakit geçirmekten kaynaklanan fizik aktivite azlığının önemli bir rol oynadığını söyledi.
Akçay, çocukluk çağında görülen obezite ile ilgili detaylı bilgiler verirken, ebeveynlere de şu tavsiyelerde bulundu; Sigara içen anne çocuktaki obezitenin nedeni Obeziteden sorumlu etkenler aşağıdaki 4 grupta incelenir: Genetik faktörler: Aynı miktarda beslenmesine ve aynı fiziksel aktiviteleri göstermelerine rağmen, bazı çocuklar daha kilolu olma eğilimindedir. Çevresel faktörler: Aktivite azlığı, ailenin gelir durumu, TV seyretme gibi. Hatta annenin gebelikte sigara içmesi bile çocuğun ileri yaşlarda şişmanlamasına yol açabilir. Beslenme: Kültürel, yöresel gıdaların niteliği önemlidir. Psikolojik faktörler: Aile içi ve arkadaş çevresindeki sorunlar az veya çok yemeye katkıda bulunabilir. İşe tanı koymakla başlanır Sadece bazı rakamsal sonuçlar ile obezite tanısı konmaz. Vücut yağı, çocuğun boyu ve anne-babanın tartısı da değerlendirilmelidir. Bu tanı koyma ölçütleri de; “boya göre ağırlık hesaplaması”, “vücut kitle indeksi (VKİ)”, “deri kıvrım kalınlığı ölçümü” ve “bel-kalça oranı”dır. Boya göre ağırlık ve VKİ, teknik bazı hesaplamalar gerektirirken, deri kıvrım kalınlığı ölçümünde özel bir alet (kaliper) yardımıyla vücudun çeşitli yerlerindeki cilt altı dokunun kalınlığı ölçülür ve yaşacinsiyete göre düzenlenmiş tablolardaki normal değerler ile karşılaştırılır. Bel/kalça oranı hesplanması ise erişkinlerde sık kullanılmakla birlikte çocuklar için he nüz bir standart geliştirilmemiştir. Ama özellikle bel çevresinin artışı metabolik sendroma gidişin önemli bir ölçütüdür.
Nedeni çok yemek ve az hareket değilse?
Obezitesi olduğu düşünülen her çocuk, aile hekimi ya da çocuk hastalıkları uzmanı tarafından değerlendirilmelidir. Obezite çok büyük bir olasılıkla aşırı beslenme ve fiziksel aktivite azlığına bağlıdır; ancak nadiren altta yatan bir hastalık olabilir. Altta yatan bir hastalık için uyarı bulgular şunlardır: Boy kısalığı: Obez çocuklar genellikle yaşıtlarından daha uzundurlar; ancak kemik yaşları da ileri olduğundan sonraki dönemlerde biraz daha kısa kalabilirler. Obeziteye rağmen, boy kısalığı olan veya boy uzaması hızı yetersiz olan çocuklar araştırılmalıdır. Zeka geriliği: Mental olarak gerilik varsa, altından genetik bir rahatsızlık çıkabilir. Geçirilmiş menenjit veya kafa travması: Bu olaylarda beyinde hipotalamus bölgesini etkileyerek obeziteye yol açabilir. Guatr (tiroid bezinin büyümesi): Tiroid hormonun yetersiz olması obezite nedenidir. Yüzük parmağının kısa olması ve yuvarlak yüz hatları: Bu durum paratiroid bezi ile ilgili bir hastalığı düşündürebilir. Çok su içme ve fazla idrara çıkma: Obezite ile birlikte görülebilen bu durumlar tip 2 diyabetin (şeker hastalığı) bir bulgusu olabilir. Hipertansiyon (tansiyon yüksekliği): Metabolik sendrom veya Cushing sendromu gibi bir hastalığa işaret edebilir. Bu nedenle 3 yaşından sonra her çocuğun muayenesinde tansiyon ölçümü de yapılmalıdır. İlaçlar: Özellikle kortizon gibi ilaçlar (iğne olarak veya tablet olarak alınan, hatta krem olarak kullanılanlar bile) obeziteye yol açabilir. Boyun ve koltuk altı bölgesindeki derinin koyulaşması: Akantozis nigrikans olarak adlandırılan bu kahverengi ve kadifemsi cilt bulgusu, insülin direncinin (diyabetin öncüsü) bir göstergesidir.
Araştırmacılar, koşan kişilerde kilo, tansiyon, sigara ve içki gibi sorunlar olsa dahi koşmanın erken ölüm oranını %40 azalltığını açıklamışlar.
Yaşam süresinin uzamasında en büyük faydayı haftada ortalama 2 saat koşan katılımcılar görmüş. Koşunun yavaş veya hızlı olmasının ise bir önemi olmadığı tespit edilmiş. Sağlık faydaları haftada 4 saatte plato yapmış, 4 saatin ötesinde koşmanın herhangi bir ekstra faydası veya zararı görülmemiş. En güzel tarafı, araştırmacılara göre günde 5 dakika koşmak bile ömrü uzatmak için yeterli!
Bu araştırma koşmakla ömrün uzaması arasındaki sebep sonuç ilişkisini açıklamıyor. Prof. Lee’ye göre olası sebepler koşmanın yüksek tansiyon, fazla kilo, kalp gibi pek çok sağlık sorunu ile başa çıkmaya yardımcı olması.
Ne kadar uzun telomer, o kadar uzun yaşam!
Koşmanın uzun yaşamla ilişkisine ışık tutacak bilgiler üç farklı araştırmadan geliyor.
İlki telomerler üzerinde bugüne kadar yapılan en büyük araştırmalardan biri.
Son dönemde Türkiye gündemine Sertab Erener ile giren telomerler, DNA’larımızın içerdiği kromozomların uçlarında yer alır. Temel fonksiyonları, kromozomları korumaktır. En basit şekliyle, hücrelerimiz bizi genç ve sağlıklı tutmak için her bölündüğünde telomerlerin boyu kısalır. Doğduğumuzda 10.000 BP olan telomer uzunluğu hücre bölünmeleri, stres, kötü beslenme, kirlilik gibi etkenler yüzünden kısalarak 3.000-5.000 BP’ye kadar kısalır. Bu noktada artık hücreler görev yapmayı bırakır.
California’da Kaiser Permanente Gen, Çevre ve Sağlık araştırmaları program direktörü Dr. Schaefer lideliğinde 100.000 gönüllü üzerinde yapılan araştırma, ortalamadan daha kısa telomer uzunluğunun erken ölüm riskini arttırdığını göstermiş. En kısa telomerlere sahip %10’luk kesimin 3 yıl içinde ölme riskinin teleomerleri normal uzunlukta olanlara göre %23 daha fazla olduğu tespit edilmiş. Sebep sonuç ilişkisi açıklamamakla beraber, bu araştırma daha uzun telomerlerin daha uzun yaşamla ilintili olduğuna işaret ediyor.
Koşun, telomerleriniz 50 yaşında 20 yaşında gibi kalsın!
New York Times’da egzersizin hücreleri genç tutması konusunda yayımlanan başka bir yazı, telomerlerle koşunun ilişkisini net bir şekilde ortaya koyan iki farklı araştırmanın sonuçlarını özetlemiş.
Almanya’da yapılan ilk araştırma 4 katılımcı grubu ile yapılmış. Birinci grubu genç ve hareketsiz, 2. grubu orta yaşlı ve hareketsiz kişilerden oluşturmuşlar. Üçüncü grup 20’lerinde profesyonel çoğu milli takımda yeralan, haftada 70 km antrenman yapan genç koşuculardan oluşmuş. Dördüncü gruba ise orta yaşlı, uzun yıllardır koşan ve haftada 80 km yapan koşucuları almışlar.
Araştırmanın lideri Dr Christian Werner’in yaptığı ilk çarpıcı gözlem, orta yaşlı koşucuların aynı yaşta hareketsiz katılımcılardan çok daha genç göründüğü olmuş. Ama görüntünün de ötesinde çarpıcı bulgular katılımcıların hücreleri üzerinde yaptıkları araştırmalarda ortaya çıkmış. Hareketsiz orta yaş grubunun telomerleri, beklendiği üzere hareketsiz genç grubunkinden %40 daha kısaymış. Haftada 80 km koşan orta yaşlı kişilerin telomer uzunluklarının ise genç profesyonel koşuculardan sadece %10 daha kısa olduğu görülmüş! Bu çalışma orta yaşlı koşucuların aynı yaştaki hareketsizlere göre %75 daha az telomer kısalması yaşadığını, yani koşmanın bir çeşit anti-aging etkisine sahip olduğunu göstermiş.
VO2Max ve telomer ilişkisi
Colorado Üniversitesi’nde yapılan ve benzer sonuçlar veren başka bir araştırmada, katılımcıların maksimum oksijen kullanım kapasiteleri (VO2Max) ölçülmüş. VO2Max kardiovasküler fitness ve aerobik dayanıklılığın en iyi göstergesi sayılır. Daha sonra beyaz kan hücrelerinin telomer uzunluğu ölçülüp VO2Max değerleri ile karşılaştırılmış. 55-72 yaş arası katılımcılarda VO2Max seviyesinin yüksek olması ve telomerlerin uzun olması arasında yüksek bir korelasyon olduğu tespit edilmiş. Orta yaşta ne kadar fitseniz hücreleriniz de o kadar genç kalıyor!
Uzmanlar bu faydaların koşmakla sınırlı olmadığı, yürümek, bisiklete binmek, ağırlık gibi pek çok yoğun egzersizin aynı faydaları sağlayacağı görüşünde. Yeter ki sevdiğiniz bir spor bulun ve aktif olun.
Sputnik Türkiye’nin Annals of Internal Medicine dergisinden aktardığına göre,
araştırma boyunca 30 ila 79 yaş arasında 456 bin 155 kişinin 10 yıl boyunca sağlık durumları ve yeme alışkanlıkları incelemeye tabi tutuluyor ve bu kişiler arasında 1731 kişide yemek borusu kanserine rastlanıyor.
Günlük çay içen ve bunun yanında en az 15 gram alkol tüketen kişilerin yemek borusu kanserine yakalanma riskinin 5 kat arttığı söyleniyor.
Sigara içen kişilerde ise risk 2 kat olarak açıklanıyor.
İçeceklerdeki sıcaklık sınırını 65 santigrat derecenin üstü olarak belirliyor bilim insanları. Bunun üstüne çıkıldığı zaman iç organlara zarar verildiğini ve kanser riskinin ortaya çıktığını ifade ediyorlar.
Uzmanlar, dijital bağımlılığın çocuklar üzerindeki olumsuz etkilerine dikkat çekilyor. Dijital Bağımlılıkla Mücadele Derneği Genel Başkanı ve Cumhuriyet Üniversitesi (CÜ) Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Tuncay Dilci, dijital bağımlılığın çocuklar üzerinde son zamanlarda ciddi etkilere yol açtığını söyledi.
Yaptıkları araştırmalar sonucunda dijital bağımlılığın artık çocuğun yaşamının bir parçası haline geldiğini belirlediklerini aktaran Dilci, “Bu bağımlılığın çocukların yeni yaşam algısına etki ederek, onların yeni yaşam biçimine doğru evrilmesine yol açtığını söyleyebiliriz.” dedi.
Dilci, çocukların tablet, akıllı telefon ve bilgisayar vasıtasıyla dijital dünyayla yoğun temasının farklı sonuçlar doğurabileceğine dikkati çekerek, “Çocuk hızlı düşünüyor, çabuk sıkılıyor ve yeni arayışları içerisine giriyor. Mutluluk etkisi yaratan ya da yeni riskler yaratacak uygulamalara merak salıyor. Sanal dünyada kontrolsüz şekilde hareket eden bu çocuklar zaman içerisinde mutsuz, içine kapanık, antisosyal kişilik özelliği gösteriyor.” diye konuştu.
“YENİ NESİL MUTSUZ VE HAREKETSİZ”
Teknolojinin çocuğu mutsuz ettiğini vurgulayan Dilci, şunları kaydetti:
“Aileler eskisi gibi çocuklarıyla ilgilenemiyor, doğal ortamda oyunlar oynanmıyor ve doğal yaşam biçimi yok. Modern hayatın getirdiği yeni kültürel kodlar ve alışkanlıklar çocukların intihara yönelmesine sebep olabiliyor. Bunun sebebi ilgisizlik. Aileyle yeterince bağ kuramayan çocuk kendi dünyasında yalnız kalıyor. Bu yalnızlığı ekran üzerinden başkalarıyla paylaşıyor. Bunun sonucunda da çocukta güdümlü bir düşünce meydana getiriliyor ve karşı taraf bunu kötü kullanabiliyor. Bölünmüş ailelerin çocuklarında bu olaya çok daha fazla rastlanıyor. Bu çocukları geleceğin mutsuz, umutsuz ve bir o kadar hareketsiz nesli olarak tanımlayabiliriz. Yeni nesil mutsuz ve hareketsiz. Hareketsizlik onlarda kan dolaşımı sistemi sorunlarına neden olduğu için de ani ölümler meydana gelebiliyor.”
Doç. Dr. Dilci, çocukları bu bağımlılıklardan kurtarmak ve dijital dünyanın risklerinden korumak için ailelere önerilerde bulunarak, “Çocukları dijital bağımlılıktan kurtarabilmek ya da dijital ortamdan uzaklaştırabilmek için geleneksel aile yapısına doğru yeniden yönelmemiz gerekiyor. Ev içerisinde dizi, film ya da bilgisayar oyunu yerine eskiden olduğu gibi geleneksel oyunlar oynanmalı. Anne-baba bunu rahatlıkla oynayabilir. Çocukla beraber seyahat edilmeli veya doğa yürüyüşleri yapılmalı.” ifadelerini kullandı.